Bölüm On Sekiz

5.1K 490 2
                                    

  Kendimi benimle konuşurken sıkılmayacağını düşündüğüm tek kişinin yanında buldum.

  Odalarımızın arasında tek kat vardı ve kapıyı çaldığımda beni on saniye bile bekletmeden kapıyı açtı. Lex, altında siyah bir kot, bol ve biraz eski bir Megadeth tişörtüyle ve darmadağın saçlarıyla karşımdaydı. ‘’Eğitimde olman gerekmiyor mu senin?’’

  ‘’Ağabeyin neden canı sıkıldıkça benden nefret ediyor?’’

  Beklediğimin aksine gülmeye başladı, Sonra nefesini koyuverip, yana çekildi ve ben de içeri girdim. Odası, saçlarına benziyordu. Temiz ama dağınık… Sigara kokuyordu bu oda. Hem de baca gibi… Ve fazlasıyla sesliydi. Hoparlörden gelen metal müzik, kulaklarıma dolarken hem Andrew’a hem de Regulus’a olan nefretim kabardı.

  Küçücük motel odasındaki, tek kişilik yatağın üstüne oturup oturmamak arasında kalsam da en sonunda ayakta durmaya karar verdim. Sırtımı duvara yaslayıp ellerimi arkada kavuşturdum.

  Lex, hemen karşımdaki komidinin üstüne oturdu. ‘’Şimdi anlat, ne oldu?’’

  Derin bir nefes aldım ve Andrew’a anlattıklarımı ona da anlattım. Andrew’un tepkisini de… Ve tabi, Regulus’la olan acayip rüyamı da… Hepsini uzun uzun anlatınca, üstümde bir hafifleme olduğunu hissettim.

  Lex, uzun parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. ‘’Öncelikle, Andrew’un senden nefret ettiğini sanmıyorum,’’ dedi. Ben kaşlarımı çatınca devam etti. ‘’Eğer nefret etseydi, imkanı varken seni öldürürdü, bu karar bana düşmez diye edebiyat yapmazdı.’’

  Yüzümü buruşturdum. ‘’Sağ ol,’’ dedim.

  ‘’Ne demek. Ve ayrıca…’’ Oturduğu yerden kalktı ve yanıma geldi. Elini omzuma koydu. ‘’Hiç kimse için kendini feda etmek zorunda değilsin. Hele ki, başka birçok seçenek varken, hiç değilsin. Sakın bunu aklından bile geçirme ve o cadıya da güven. Anladın mı?’’

  Omuz silktim. ‘’Üstümde çok büyük bir yük varmış gibi hissediyorum. Ben nefes alırken bile, bir sürü insanın hayatıyla oynuyormuşum gibi…’’

  ‘’Bir de şöyle düşün,’’ dedi sözümü keserek. ‘’Eğer Lucretia ölürse, Regulus daha çok sinirlenecek. Tutunacak bir umudu olmayan bir insanın yapabileceği şeyleri tahmin bile edemezsin.’’

  ‘’Ama Exael de gider. Bu da önemli bir şey…’’

  ‘’Regulus, yüzyıllarca yıl Exael’siz devam etti. Exael’in ölmesi ya da kalması ona çok etki etmeyecektir. En fazla ne yapabilir ki zaten? O da Regulus gibi bir düşmüş melek.’’ Karşılık olarak söyleyecek bir şeyim yoktu. O da bunu anlayınca omzumdaki elini çekmeden konuşmaya devam etti. ‘’Regulus’un da aklını karıştırmasına izin verme! Rüyalara girmek… Grigorilerin bunu yapabildiğini bilmiyordum. İlk kez böyle bir şey duydum. Ama yine de… Bak… Çok göz önündesin. Bir anda çıktın ve bütün dengeleri alt üst ettin. Herkes senin üstüne oynayacak. Üstüne çok yük binecek. Bu yüzden hiç kimsenin aklına karıştırmasına izin vermeyeceksin!’’ Yine cevap vermedim. Bu kez beni sarstı. ‘’Anlıyor musun?’’

  ‘’Evet,’’ dedim. ‘’Anlıyorum.’’ Bu kez ben hamle yaptım ve ona sarıldım. Teni tütün kokuyordu. Tütün ve hafif bir ter kokusu… Şimdiye kadar bana arkadaşlık yapan tek kişinin kokusu…

    ‘’Kafanı biraz dağıtmak ister misin?’’ diye sordu. ‘’Bugün benimle takıl. Yemek yeriz, Scrabble oynarız, dolaşırız, konuşuruz. Olur mu?’’

  Dudağımı ısırdım. ‘’Akşama doğru Andrew’la eğitimim var.’’

  ‘’Önemli değil. O zamana kadar takılırız.’’

Kayıp Kanatlar: UyanışWhere stories live. Discover now