Bölüm On Bir

6.5K 569 5
                                    

  Dün gece, birkaç saat Lex’le konuştuktan sonra Eğitim Binası’na geri döndük. Oradakilerin yardımıyla, görevli birilerini bulduk ve bize kalacağımız yerleri göstermelerini istedik. Eğitim Binası’nın hemen dışındaki, motele benzer yeri gösterdiler. Sanki önemli biriymişiz gibi ferah ve rahat bir ev vereceklerini neden düşünmüştüm ki? Lex, zaten böyle bir şey bekliyormuş gibi hiçbir tepki vermeden motele girdi. Ben de arkasından… En azından param olmadığını anlayıp benim odamın parasını da o ödedi. Sanırım, ailemin cenazeleri buraya geldiğinde evdeki eşyalarım ve sahip olduğumuz evdeki ve bankadaki bütün para da gelecekmiş. O zamana kadar parasızdım.

  Hala dünkü kıyafetlerimleydim. Ama en azından banyo yapmış –her ne kadar sıcak su olmadığı için buz gibi suyla olsa da- ve saçlarımı düzene sokabilmiştim.

  Andrew’un da bu motelde olabilirdi. Zaten başka kalabileceği yer yoktu. Gerçi bir yıl boyunca burada olduğuna göre başka alternatifler de bulmuş olabilir ama onun bununla uğraşacağını sanmıyordum. Yine de onu, dünkü kavgamızdan beri görmemiştim ve bu sabah da görebileceğimi pek sanmıyordum. Aklımdan onu çıkarmaya çalıştım. Tasha’yı görmeye gidecektim. Onunla ilgili fark ettiğim bir şey vardı. O cadı, ailemin öleceğini biliyordu ve bunu önlemek yerine, beni oraya gönderip, hiç beklemediğim bir anda onların cesetleriyle karşılaşmamı sağlamıştı.

  Buram buram kimsesizlik kokan koridorlardan geçip dışarıya çıktım. İnternet ve broşürlerdeki New York sokaklarını hatırlatan Şehir’i inceledim. Burası bana o kadar yabancıydı ki… Nereye gideceğimi ya da ne yapacağımı bilmiyordum. Buranın insanları… Bana tesadüfen denk gelip iki saniyeden fazla bakmayan nefilimlerden mi yardım istemeliydim?

  ‘’Clara sen misin?’’

  Ses hemen yanımdan gelmişti. Gözleri kömür karasıydı ve saçları da gece kadar siyahtı. Zeytuni bir teni vardı ve yüzünde birkaç gündür tıraş olmadığını belli eden kirli sakalları vardı. En fazla yirmi beş ya da yirmi altı yaşında falan olmalıydı. Bakışlarında hafif bir özgüvensizlik var gibi gelmişti.

  ‘’Benim.’’ dedim.

  ‘’Tasha, seni bulup ona götürmemi istedi.’’

  Nefesimi koyuverdim. ‘’Ben de onu bulmak istiyordum zaten.’’

  Sakince başını salladı. ‘’Beni takip et o zaman.’’

  Dediğine uydum. Onun arkasından yetişmeye çalışıyordum ama farkında olmadan çok hızlı yürüyordu. ‘’Şey…’’ Arkasından seslenmeye çalıştım. ‘’Ben de Clara.’’

  Arkasını dönüp bana baktı. ‘’Biliyorum.’’ dedi, kaşlarını çatarak.

  Omuz silktim. ‘’Bildiğini biliyorum. Sen de adını söylersin diye düşünmüştüm.’’

  ‘’Clayton.’’ Adını söyledikten sonra yürümeye devam etti. Ama bu sefer ona yetişmekte zorlandığımı fark etmiş olmalı ki daha yavaş yürümeye başladı.

  ‘’Gideceğimiz yer uzakta mı?’’

  ‘’Pek sayılmaz.’’

  Zaten çok konuşkan biri olmadığından mı yoksa benimle konuşmak istememesinden mi bilmiyorum ama daha fazla bir şeyler söylemek istemediğini anlayınca ben de onunla konuşma isteğimi yitirdim.

 Clayton önde ben arkada yürürken,  onunla karşılaştık. Gri gözleriyle aynı renkte olan bir tişört ve siyah bir pantolon giymişti. Ayağında da kar botları vardı. Gözlerinin altında gece hiç uyumadığını gösteren morluklar vardı ve yorgunluğu yüzünün çökkünlüğünden belli oluyordu. Andrew, elleri ceplerinde, yol kenarına park edilmiş bir otomobilin önünde duruyordu ve gözleri ağır ağır beni süzüyordu.

Kayıp Kanatlar: UyanışWhere stories live. Discover now