23. Bölüm: İlk Kavga

1.3K 77 3
                                    

Sabah yine ve yine yüzüme vuran güneş ışığıyla uyandığımda homurdanarak pikeyi üzerimden attım. Bir gün şu yataktan homurdanmadan kalkabilecek miydim acaba? Erenin senine uyanınca homurdanıyorum, annem uyandırınca homurdanıyorum, güneş vurunca homurdanıyorum... Ne olursa homurdanmaktan vazgeçeceğim acaba?

Sanırım insanın doğasında uyanmayı sevmek yoktu. Ben uykuyu da çok sevmezdim halbuki ama uyanmaktan da haz ettiğim söylenemezdi. Belki de yataktan kalktıktan sonra yerine getirmem gereken sorumluluklar yüzünden kalmak istemiyordum. Sırtlandığım yükler artık yavaş yavaş dökülmeye başlıyor gibi hissediyordum. Yorulmuştum gerçekten.

Daha fazla düşüncelere bulanmadan yerimden kalkıp yatağı topladım. Odamdaki banyoya girip rutin işlerimi hallettikten sonra tekrardan içeri döndüm ve dolabıma yöneldim. Havanın aşırı sıcak olduğunu anlamak için dışarı çıkmama gerek yoktu. İçerden de pekala anlaşılıyordu.

Açık mavi spor elbisemi askısından çıkarıp üzerime tuttum. Sevdiğim elbiselerimden biriydi. Gerçi dolabımda olan elbiselerin hepsini seviyordum. Kırk yılda bir giydiğim şeyi de sevmeden alacak değildim herhalde.

Hızlıca üzerimdekilerden kurtulup elbiseyi giydim. Kolları dirseklerimden biraz daha yukarıdaydı ama omuzu açıktı. Belimdeki ipini de bağlayıp üstten biraz bollaştırdıktan sonra elbiseyi rahat bırakmıştım. Boyu dizlerimden bir karış yukarıdaydı ama umursamadım. Nasılsa tüm gün kafede bizimkilerle olacaktım.

Saçlarımı da tarayıp dağınık bir topuz yaptıktan sonra hazırdım. Beyaz sırt çantamın içine lazım olacak eşyalarımı koyduktan sonra odamdan çıktım. Ses gelmediğine göre bizimkiler daha uyanmamıştı. Mutfağa girip dün yaptığım küçük poğaçalardan bir tane aldım ve beyaz spor ayakkabımı da giyip evden çıktım. Asansörün düğmesine basıp beklemeye başladım. Bindiğim zaman direk sıfıra basmama rağmen yukarı çıkmıştı.

Kapı tekrardan açıldığında karşımda gördüğüm Kaanla gülümsedim. O da gülümseyerek içeri geldi.

"Günaydın" diye mırıldanınca ağzımdaki lokmayı yutup öyle cevap verdim.

"Günaydın. Naber?"

"Ne olsun işte, iş güç. Senden?"

"Aynı. İşe gidiyorum ben de" dedim. "Diğerleri yok."

"Onlar erkenden çıktı" dedi asansör kapısı açılırken. "Ben geç kaldım biraz."

"Anladım" diye mırıldandım. Dışarı çıktığımızda Akını gördüm. "Görüşürüz o zaman."

"Hoşça kal" dedi el kaldırıp ve yoluna devam etti. Ben de Akının yanına gidip açtığı kollarının arasına girdim. Bir aydır her sabah beni böyle karşılıyordu. Evet dün tam bir ay olmuştu. Her ne kadar ona gelmemesi gerektiğini söylesem de her sabah beni almaya geliyordu. Ben de artık söylemekten vazgeçmiştim.

"Günaydın, Mina'm" diye mırıldandı saçlarımı öperken. En çok da bu huyunu seviyordum. Saçlarımı öpmesini. Bir gün öpmese saçlarım özlemden kırılacakmış gibi geliyordu. Onların cansuyu o öpücüktü.

"Günaydın, sevgilim" dedim ben de onu daha sıkı sarıp. Bir insan bu kadar kısa sürede özlenebilir miydi? Ben özlüyordum işte.

O bana genelde Mina'm diyordu. İsmimi çok seviyordu ama daha çok anlamlarını seviyordu. Mina, Nepalcede değerli, kıymetli anlamına geliyordu. O da bana değerlim demek yerine Mina'm diyordu. İsmimi zaten seviyordum ama o böyle söyleyince daha çok sevmeye başlamıştım.

Kadere BakWhere stories live. Discover now