XV: Cuma'nın Eğitimi

312 7 0
                                    

XV: Cuma'nın Eğitimi

Kaleme döndükten iki üç gün sonra Cuma'yı iğrenç beslenme alışkanlığından ve bir yamyamın iştahından vazgeçirmek için ona başka etler tattırmam gerektiğini düşündüm; bu yüzden bir sabah onu yanımda ormana götürdüm. Aslında kendi sürümden bir oğlak vurup eve getirmek ve hazırlamak niyetindeydim ama yolda giderken bir dişi keçinin, yanında iki oğlakla gölgede yattığını gördüm. Cuma'yı tuttum. "Dur," dedim, "Ses çıkarma." Kımıldamaması için işaretler yaptım; hemen tüfeğimi doğrultup ateş ettim ve oğlakların birini vurdum. Onun düşmanı olan vahşiyi öldürdüğümü belli bir mesafeden görmüş, ama bunun nasıl gerçekleştiğini anlayamamış olan zavallıcık hissedilir biçimde şaşırıp titreyerek öyle sarsıldı ve öyle bir hayretle bakakaldı ki yere yığılacağını sandım. Ateş ettiğim oğlağı görmemiş ya da onu öldürdüğümü kavrayamamış; ceketini yırtarak yaralanıp yaralanmadığına bakmış ve anladığım kadarıyla onu öldüreceğimi sanmıştı. Çünkü gelip önümde diz çöktü ve dizlerime sarılarak anlamadığım bir yığın laf etti, ama bunun kendisini öldürmemem için yalvarma anlamına geldiğini anlayabiliyordum.

Onu kendisine zarar vermeyeceğime ikna etmenin bir yolunu kısa sürede buldum ve elinden tutup kaldırarak ona gülümsedim; sonra öldürdüğüm oğlağı göstererek koşup getirmesini işaret ettim ki o da öyle yaptı, hayvanın nasıl öldüğünü anlamak için bakarken ben de tüfeğimi yeniden doldurdum. Çok geçmeden bir ağacın tepesinde, bir atımlık uzaklığa konmuş şahin gibi büyük bir kuş gördüm ve Cuma'nın ne yapacağımı azıcık anlaması için yeniden yanıma çağırdım ve benim şahin sandığım, sonradan papağan olduğu anlaşılan kuşu, tüfeğimi ve papağanın altındaki yeri göstererek onu yere düşüreceğimi, kuşa ateş edip onu öldüreceğimi anlamasını sağladım; ateş ettim ve ona da bakmasını buyurdum, papağanın düştüğünü gördü. Kendisine söylediğim onca şeye karşın, yine korkmuş gibi kalakaldı, daha da çok şaşırdığını anlamıştım; tüfeğin içine herhangi bir şey koyduğumu görmediğinden o şeyin içinde, ister yakında isterse uzakta olsun, ister insan, ister hayvan, isterse de kuş olsun herhangi bir şeyi öldürebilecek bir tür ölüm ve yok etme kaynağı bulunduğunu sanmıştı. Bunun onda yarattığı şaşkınlık uzun süre üzerinden atamadığı kadar büyüktü, ona izin verseydim bana ve tüfeğime tapardı sanırım. Tüfeğe gelince, üstünden birkaç gün geçinceye dek ona elini süremedi, ama yalnız başına kaldığında sanki kendisine yanıt veriyormuşçasına onunla konuşup durdu; sonradan öğrendiğime göre, ondan kendisini öldürmemesini diliyormuş.

Neyse, şaşkınlığını biraz yenince koşup vurduğum kuşu getirmesini işaret ettim; o da öyle yaptı ama bir süre orada oyalandı, çünkü tümüyle ölmemiş olan papağan düştüğü yerden epeyce öteye uçmuştu; yine de onu buldu, eline aldı ve bana getirdi. Tüfek hakkındaki bilgisizliğini daha önce kavradığımdan Cuma'nın yokluğunu fırsat bilip belki yine nişan almam gerekebilir diye tüfeği yeniden doldurdum ve beni bu işi yaparken görmesine izin vermedim, ama o sırada vuracak başka bir şey çıkmadı karşıma. Böylece oğlağı eve getirdim, akşam derisini yüzdüm, elimden geldiğince parçaladım ve amacıma uygun bir tencere seçip etin bir kısmını kaynatarak oldukça güzel bir et suyu pişirdim. Ben bir kısmını yemeye başlayıp adamıma da biraz verdim; bundan da çok mutlu oldu ve et suyunu sevdiği anlaşıldı, ama ona en acayip geleni benim bunu tuzladığımı görmesiydi. Tuzun yenilecek bir şey olmadığını anlatan bir işaret yaptı ve kendi ağzına azıcık tuz koyduğunda midesi bulanmış gibi tükürüp ağzından püskürttü ve ardından ağzını suyla çalkaladı; öte yandan ben de ağzıma tuzlamadan bir parça et aldım ve onun tuza yaptığı gibi ben de tuzsuz eti tükürüp çıkartacakmışım gibi yaptım, ama işe yaramadı: Ne etin ne de et suyunun yanında tuza gerek duydu; en azından uzunca bir süre, sonraları azıcık koymaya başladı.

Robinson CruoseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin