XIV: Bir Düş Gerçekleşiyor

En başından başla
                                    

Gecenin ilerlemiş saatlerinde beynimin, belleğimin o işlek, devasa caddesinde dönüp duran düşünce kalabalığını yazmak mümkün değil. Minyatür ya da kısaltılmış diyebileceğim biçimiyle yaşamımın bu adaya gelene kadarki kısmını ve ardından da bu adaya geldikten sonraki bölümünü gözden geçirdim. Bu adaya ayak bastığımdan bu yana yaşadıklarımı gözden geçirirken, buradaki ilk yıllarımda sürdüğüm mutlu yaşamı, kumda gördüğüm ayak izinden sonraki endişeli, korku ve ihtiyat dolu yaşamla kıyaslıyordum. Vahşilerin bütün o süre içerisinde de adaya çıktıklarına ve bazen yüzlercesinin orada bulunduğuna inanmadığımdan değil, ama bundan hiç haberim yoktu ve böyle bir şeyi aklımın ucundan bile geçirmezdim. Aynı tehlikenin içinde bulunmama karşın kafam son derece rahattı ve içinde bulunduğum tehlikeyle hiç yüzleşmeseydim, bunun farkında olmadığım zamanlardaki gibi mutlu olurdum yine. Bu durum zihnimi pek çok verimli düşünceyle donattı ki bir tanesi de şuydu: Dünyayı çekip çeviren Tanrı'nın kulunun nesnelere ilişkin görüş ve bilgisinin sınırlarını bu kadar dar tutması, onun eşsiz iyiliğinin bir örneğiydi; insanoğlu farkına vardığı takdirde zihnini bulandırıp moralini bozacak binlerce tehlikenin ortasında yürürken bile, gözünden ırak kalan olaylar ve çevresini kuşatan tehlikelerden bihaber olduğundan soğukkanlılığını ve huzurunu koruyabiliyordu.

Bir süre bu düşüncelerle oyalandıktan sonra, bu adada onca yıldır ne büyük bir tehlikede yaşadığımı düşündüm ciddi ciddi, belki sadece bir yamaç, büyük bir ağaç ya da gece karanlığıydı beni olabilecek en kötü sondan koruyan; yani beni bir keçi ya da kaplumbağayı yakalamaya iten aynı dürtülerle beni yakalayıp, benim bir güvercin ya da çulluğu öldürüp yediğim zamanki gibi beni yerken bunun bir cinayet olduğunu akıllarına bile getirmeyecek vahşilerle yamyamların eline düşmekten. Bildiğim ve bilmediğim yerinde müdahaleleriyle beni kurtarıp durduğu için Yüce Kurtarıcıma olanca içtenliğimle şükretmediğimi söylersem, kendimi haksızca karalamış olurum; o olmasaydı merhametsiz ellere düşerdim kesinlikle.

Bu düşünceler geçtiğinde, bir süre bu sefil yaratıkların, yani vahşilerin doğası üstüne ve yüce Babamızın nasıl olup da kullarından herhangi birini böylesi insanlık dışı, kendi türünü yemek gibi vahşetten de aşağılık bir durumda bırakabildiğine kafa yordum. Fakat bu da o an için birtakım semeresiz kanaatlerle son bulurken, bu yaratıkların dünyanın hangi kısmında yaşadıkları, neden evlerinden o kadar uzaklaştıkları, ne tür sandalları olduğu ve kendime, işlerime çekidüzen verip de onların bana geldikleri gibi, benim de oralara gidip gidemeyeceğim geldi aklıma.

Oraya vardığımda ne yapacağımı, bu vahşilerin ellerine düşmem durumunda başıma nelerin geleceğini ya da bana saldırırlarsa ellerinden nasıl kaçacağımı düşünmek zahmetine katlanmamıştım pek; kıyıya nasıl ulaşacağımı, hiçbir kurtuluş umudu bulunmayan bir saldırıya uğramamayı nasıl becereceğimi, ellerine düşmesem bile karnımı nasıl doyuracağımı ya da denizde hangi yöne doğru seyredeceğimi de hiç düşünmemiştim; yani bu düşüncelerin hiçbirisi aklımın ucundan geçmemiş, tümüyle sandalımla anakaraya nasıl geçeceğim sorununa yoğunlaşmıştım. Halihazırdaki koşullarımı kötünün de kötüsü olarak görüyor, daha da fenası kendimi ölümden başka bir tehlikenin içine atamayacağımı sanıyordum; anakara kıyılarına varırsam belki rahatlayacağımı ya da Afrika kıyılarında yaptığım gibi, üstünde yerleşim olmayan topraklara ulaşıncaya kadar kıyı boyunca ilerleyip, belki de orada rahatlayacağımı, belki sonunda beni alabilecek bir Hıristiyan gemisine rastlayacağımı, kötünün de kötüsüyle karşılaşırsam ölebileceğimi, ama o durumda da bütün bu sefaletin oracıkta sona ereceğini düşünüyordum. Lütfen bütün bunların huzursuz bir kafanın ve sabırsız bir ruh halinin ürünleri olduğunu, güvertesine çıktığım ve içtenlikle yolunu gözlediğim konuşacak, belki de bulunduğum yerin neresi olduğunu ve kurtuluşumun olası yollarını öğretebilecek birisini bulmaya ramak kalmışken, gemi enkazının üzerimde yarattığı uzun süreli sıkıntı ve hayal kırıklığıyla durumu daha da ümitsiz kıldığını göz ardı etmeyin. Bu düşüncelerle heyecanlanmış, Tanrı'ya sığınmışlığımın ve Tanrı'dan gelecek buyruğun bekleyişi içinde tüm soğukkanlılığımı yitirmiştim belli ki; zihnime böylesine şiddetle ve karşı konulması olanaksız, yakıcı bir arzuyla üşüşen düşüncelerimi anakaraya yolculuk planlarının dışında hiçbir şeye yoğunlaştıramaz durumdaydım.

Robinson CruoseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin