XIII: Bir İspanyol Gemisi Enkazı

311 8 0
                                    

XII: Bir İspanyol Gemisi Enkazı

Bu adadaki yaşantımın artık yirmi üçüncü yılındaydım, hem buraya hem de buradaki yaşam tarzıma öyle alışmıştım ki şu vahşiler gelip rahatımı kaçırmasalardı yaşamımın geri kalan kısmını, mağaradaki yaşlı teke gibi yere uzanıp ölümü bekleyeceğim son anıma dek burada geçireceğim fikrine kendimi teslim edebilirdim. Ayrıca kendime, zamanımı önceki yıllara göre daha hoş biçimde geçirebildiğim oyalanma ve eğlenme yolları da bulmuştum; öncelikle sözünü ettiğim gibi, papağanım Poll'e konuşmayı öğretmiştim ve o da bunu öyle alışkın biçimde yapıyor, öyle düzgün ve açık seçik konuşuyordu ki bana büyük eğlence çıkıyordu; en az yirmi altı yıl boyunca benimle yaşadı. Benden sonra daha ne kadar yaşadığını bilmiyorum ama Brezilya'da bu hayvanların yüz yıl yaşadıklarına dair bir inanış olduğunu duymuştum. Köpeğim orada geçirdiğim zamanın en azından on altı yılında benim için sadık ve iyi bir dost oldu ama sonra yaşlanıp öldü. Kedilerime gelince, daha önce anlattığım gibi çoğaldılar ve öyle bir sayıya ulaştılar ki beni ve sahip olduğum her şeyi yiyip yutmasınlar diye başlangıçta birkaçını vurmak zorunda kaldım; sonunda beraberimde getirdiğim ilk iki kedi ölünce ve onları aç bırakıp her fırsatta yanımdan uzaklaştırmayı sürdürünce evcil tuttuğum iki üç yavru ve gözde kedim dışında hepsi vahşileşip ormana kaçtılar; evdekiler ailemin bir parçası oldu; üredikleri zaman da yavruları boğuyordum. Kedilerin yanı sıra evde her zaman elimden beslenmeye alıştırdığım iki üç evcil oğlak bulunduruyordum. Gayet iyi konuşan ve "Robinson Crusoe" diyebilen iki papağanım daha vardı, ama hiçbiri ilkinin yerini tutamadığı gibi hiçbirine de ona verdiğim emeği harcamakla sıkıntıya sokmadım kendimi. Türlerini bilmediğim, kıyıda yakalayıp kanatlarını kestiğim birkaç deniz kuşum da vardı; kale duvarımın önüne diktiğim küçük kazıklar da şimdi büyüyüp sık bir koruluk oluşturmuşlardı ve bu kuşlar da hep bu alçak ağaçları tercih ediyor, burada ürüyorlardı ki bu da pek hoşuma gidiyordu. Vahşilerin korkusundan kendimi koruyabilmiş olsaydım, yukarıda da dediğim gibi, bu şekilde son derece dingin bir yaşam sürdürmeye başlamıştım.

Ama olaylar başka türlü gelişti ve öykümü okuyacaklar bundan şu adil sonucu çıkartırlarsa hiç de yanlış hata etmiş sayılmazlar: Yaşamımızın akışı içinde hep kötülükten kaçınmaya çalışıyoruz, ama bir kez pençesine düştük mü bize en büyük dehşeti yaşatıyor ve içine düştüğümüz beladan bizi çıkaracak tek araç ya da kurtuluş kapımız da yine kendisi oluyor. Anlatılması uzun sürecek yaşamımın içinden bunun pek çok örneğini verebilirdim, ama hiçbiri de, bu adadaki son inziva yıllarımın koşullarındaki kadar belirgin olamazdı.

Yukarıda dediğim gibi artık yirmi üçüncü yılımdaydım ve aralık ayıydı ve güney gündönümündeydim (buna kış diyemem) ve hasat zamanıydı. Sıklıkla dışarıda, tarlalarda bulunmam gerekiyordu. Bir sabah daha gün ışımadan dışarıya çıktığımda, yaklaşık iki mil ötemde, daha önce birtakım vahşilerin çıktığını saptadığım tarafa doğru bir ateşin ışığını görüp şaşırdım, ama bu kez adanın öbür tarafında değil de benim yaşadığım kısmındaydı ve beni epeyce endişelendirmişti.

Doğrusunu isterseniz bu görüntü karşısında müthiş şaşırıp beklenmedik bir şeye uğrama kaygısıyla dışarıya çıkmayı göze alamadan, koruluğumun içinde kalakaldım. Yine de bunların adada başıboş dolaşan vahşiler olduğuna ve biçilmiş ya da biçilmemiş tahılımı veya yaptığım işlerle öteki buluşlarımı görürlerse burada insanların yaşadığı kanısına kapılacaklarına ve beni buluncaya kadar da rahat etmeyeceklerine ilişkin endişelerim yüzünden huzurum kaçtı. O heyecanla doğruca kaleme geri döndüm, merdiveni arkamdan yukarı çektim, her şeyi elimden geldiğince vahşi ve doğal görünecek hale getirdim.

Ardından da savunma durumuna geçerek kendimi hazırladım. Benim adlandırmamla toplarımın hepsini –yani yeni kale duvarıma yuvalanmış durumdaki misket tüfeklerimi– ve bütün tabancalarımı doldurup son nefesime kadar kendimi savunmayı kafama koydum; ciddi bir ifadeyle kendimi Tanrı'nın korumasına bırakıp, beni barbarların eline düşmekten kurtarması için içtenlikle yakarmayı da ihmal etmedim. Yaklaşık iki saat kadar bu durumda kaldım; dışarı yollayacak casuslarım olmadığından olup bitenleri öğrenmek için sabırsızlanmaya başlamıştım. Bir süre daha oturduktan ve böyle bir durumda ne yapacağıma ilişkin düşüncelere daldıktan sonra hiçbir şeyden haberim olmadan beklemeye daha fazla dayanamadım. Merdivenimi tepenin yanından daha önce anlattığım düzlük yere uzattım, sonra ardımdan çekip yeniden yerleştirerek tepenin üstüne tırmandım ve bu amaçla yanıma aldığım perspektif camını çıkartıp yüzükoyun yere uzanarak orayı gözetlemeye başladım. Halihazırda dokuz kadar çıplak vahşiyi, hava aşırı ölçüde sıcak olduğundan elbette ısınma ihtiyacıyla değil de, tahminimce yanlarında getirdikleri sağ mı ölü mü olduğunu söyleyemeyeceğim insanın etiyle kendilerine çekecekleri ziyafetin yemeğini hazırlamak için yaktıkları küçük ateşin çevresinde otururken gördüm.

Robinson CruoseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin