(4) Ötanaziye Doğru Yolculuk.

308K 13K 27.2K
                                    


"Avcı da her zaman acımasız değildir. Bazen tüfeğini avını öldürmek için değil yaşatmak için çeker. Peki, sen hangisiydin?"


Arabasını şirketin otoparkına bıraktıktan sonra hızlı adımlarla yürüdü. Devasa şirketin görkemli ismi görüş açısına girince adımları yavaşladı. Büyük harflerle PASSİON HOLDİNG yazıyordu ve annesi bu ismi koymuştu. Bir Fransız güzeli olan Annalees'in kökleri Fransa'ya dayansa da Amerika'da doğmuştu. Annalees köklerine bağlı kuralcı bir kadındı. Bulunduğu yeri değil, bulunduğu yere gelmesini sağlayan köklerini asla unutmaz ve hep saygıyla anardı. Thomas Bruce ile tanıştığında henüz yirmi yaşındaydı. Kısa sürede tutkulu bir aşk yaşamışlar ve ilişkilerini evlilik bağıyla taçlandırmışlardı. Annalees mücevherler konusunda birçok bilgiye sahipti ve tasarım üzerine yüksek lisans yapmıştı. Orta gelirli bir aileden gelmesine rağmen oldukça zeki ve girişimci olan Thomas, güzel karısıyla evlendikten sonra karısının zenginliğini göz ardı ederek küçük bir kuyumcu dükkânı açmıştı.

Annalees daima kocasının yanında yer almış ve ona hep destek olmuştu. Annalees'in mücevherler konusundaki doğuştan gelen zevki ve eşine yaptığı olağanüstü tasarımlara Thomas'ın azmi ve ikna kabiliyeti de eklenince kısa sürede yükselmişlerdi. Annalees'in ailesinden maddi olarak hiç yardım almayan Thomas için bu çok büyük bir gurur kaynağıydı. Zamanla yurtiçi ve yurtdışına açılıp birçok güçlü bağlantılar kurmuşlardı. Passion holding sıra dışı koleksiyonları sayesinde her yıl defilelerde çok büyük markalarla iş yaparak adını duyurmuştu. Ünlü mankenlerin boynunu süsleyen mücevherler çok büyük ses getirmişti. Passion Fransızca 'da tutku demekti. Annalees ve Thomas'ın büyük aşkını ve mücevherlere olan tutkusunu anlatıyordu. Zamanla Amerika'da tanınan güçlü ve kaliteli bir şirket haline gelmişti. Farklı ülkelerde de birçok şube açmışlardı ama Passion onlar için farklı bir anlam taşıyordu. Passion markası birçok iş adamı ve kadınların gözdesiydi. Amerika'da ilk ona kolaylıkla giren şirketin çok fazla müşterisi ve çok fazla talebi vardı. Bu başarılı çiftin iki oğlu vardı; Marcus ve Drew. Thomas öldükten sonra Marcus işleri devralmışken kardeşi Drew sık sık kayıplara karışırdı.

Drew uzun zaman sonra şirketin büyük cam kapılarından içeri girdi. Cam kapının ikiye açılmasıyla şirket çalışanları patronlarını bugün holdingde görmenin şaşkınlığını yaşadılar. Özellikle kadınlar büyük bir iç çekişle genç patronlarının kapıdan girişine hayranlıkla bakıyordu. Drew Bruce yirmi dört yaşında olmasına rağmen oldukça ilgi çekici biriydi ve gizemli halleriyle merak uyandırıyordu. Uzun boyu ve yapılı vücuduyla kadınların dikkatini fazlasıyla çekiyordu. Koyu kumral saçları kulağının altında bitiyor ve her bir teli buğday başaklarını andırıyordu. Nefes kesici lacivert gözleri daima ciddi ve keskin bakardı. Çoğu insan onun gözlerine baktıklarında kendilerini çıplak hissetmekten geri kalmazdı. Keskin bakışları sanki insanın ruhuna kadar inceliyor ve anında o kişi hakkında fikir yürütüyor gibiydi. Yüzüne yakışan biçimli burnu köklerinin kraliyet ailesine dayandığını bazen düşünmelerine sebep oluyordu. Kraliyet aileleri biçimli ve onları kibirli gösteren burunlarıyla çoğu zaman gündeme gelmiş olmasalardı onlar da bu fikre kapılmazlardı. Köşeli ve oldukça erkeksi duran çene yapısıyla fazlasıyla göz alıcı olan genç patronları, ne yazık ki bugüne kadar holdingdeki kızlara göz ucuyla bile bakmamıştı. Tüm şirket tarafından serbest ve spor giyinmesiyle bilinen Drew Bruce kesinlikle giydiklerinin hakkını veriyordu. Üzerinde her zamanki gibi tüm kaslarını gözler önüne seren siyah bir tişört ve aynı renkte kot pantolonuyla kadınların nefesini kesiyordu. Gizemli ve ulaşılmaz havası kadınların ona ilgi duymasını sağlasa da Bruce için bunlar bir anlam ifade etmiyordu. Günübirlik ilişkilerin adamı değildi.

Etrafındaki insanların meraklı bakışlarını umursamadan asansöre bindi. Fakat bu esnada onun dış görünüşü hakkında kadınların fısıldanmalarını kulağına geliyordu. Asansör yönetici katında durduğunda annesine yakalanmak istemediği için adımlarını hızlandırdı. Annalees oğlunu gördüğü her yerde şirkette işe başlaması konusunda fazla ısrarcıydı. Bu kadar ısrarcı olmasaydı ondan kaçmak yerine onunla bir kahve içmeyi düşünebilirdi. Gözleri aradığı ofisi bulunca kapıyı çalma nezaketinden bulunmadan içeri girdi. Her an bir yerlerde Annalees'in çıkma ihtimaline karşı kapıyı arkasından kapatmayı unutmamıştı.

ÖTANAZİ OKULU(Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin