Buraya kadar hiç birşey olağanüstü değildi, mahkeme salonları için bu tür davalar artık alışa gelmişti. Fakat dava açmamı istediği kişi Kuzey Varal, İstanbulun en belalı adamı idi.

En büyük mafya babalarının bile bulaşmak istemediği adam.

Levent bey her ne kadar bu adama dava açmak istese de hiç bir avukat yanaşmamıştı. Savcılığa yanında bir avukat olmadan gitmeyi de onun gözü yememişti.
En iyi, en tecrübeli avukatlar bile kesin bir dil ile red etmişti bu dosyayı. Çünkü bu güne kadar Kuzey Varal'ın canını sıkan kimse hayatta kalmamıştı.

Üstelik söylentilere göre öldürmekle yetmiyor düşmanın tüm ailesini de onunla birlikte katlediyordu. Tabi ki bunlar hiç bir kanıta dayanmayan, sokak dedikodularıydı.

Gerçi ben bile bu dedikodulara inanıyordum, bence gerçekten gelmiş geçmiş en acımasız adamlardan biriydi. Daha önce mağdurların çoğu kimsenin kabul etmediği davaları ben kabul ettiğim için, yine bana başvurmuşlardı. Fakat o zamanlar henüz toy olduğum için benim de gözüm yemiyordu.

Türkiye ekonomisinin seyrini belirliyen şirketleri ve holdingleri vardı fakat sadece çok az kişi ne tür pisliklere bulaştığını biliyordu. Kaçak maldan tutun uyuşturucuya kadar neredeyse her suçta parmağı vardı. Insanların sevmediği, halkın korktuğu bir isimdi. İstanbul'un kalbi onun parası sayesinde atıyordu.

Peki ben bu kadar tehlikeli bir adama neden mi dava açmak istiyordum?

Adımı duyurmanın tek yolu buydu çünkü.

Davayı kazanamayacak olduğuma adım gibi emin olsamda elimden geleni yapmalıydım. Eğer kendimi bu dosyaya adarsam bir şansım olabilirdi. Yapabilirdim.

Henüz yeterli tecrübesi olmayan bir avukat için en kısa yoldan kademe atlamanın tek yolu buydu. Ünlü bir davada kendimden söz ettirmek zorundaydım. Ayrıca ben uzun yıllar boyunca sıradan bir avukat olmak istemiyordum. Bu şans ayağıma bir kere gelirdi. Dosyam ne kadar büyük olursa insanlar beni o kadar önemserdi.

Medyanın ilgisini çekecek bir olaya ihtiyacım vardı.
Kuzey Varal her ne kadar eleştirilerin odağı olmasa da medyanın yakından takip ettiği bir isimdi. Ve ona karşı çıkan herkes kendini medya tarafından karalama kampanyalarının ortasında buluyordu.

Hem bir ailem olmadığından pek bir şeyi riske atmamış oluyordum. Benim için aile diye bir şey yoktu. Ben tek tabancaydım. Dolayısıyla mafya vari tiplere avukatlık etmekte zorlanmıyordum, çünkü beni tehdit edebilecekleri yakınlarım yoktu.

Pardon, bu çok uzun bir mesele.

Bir zamanlar "ailem" diyebildiğim insanların olması bile bana uzak bir anı gibi geliyordu. Onları çoğunlukla hatırlamıyordum.

Aslında en büyük sebeplerimden biri buydu, kaybedecek hiç bir şeyim yoktu. Kendime güveniyordum. Nasıl olsa "En kötü ölürüm." diyerek kabul etmiştim bu davayı. Boş bir yaşamdansa, anlamlı bir ölümü tercih ederdim.

Ben düşüncelere dalmışken kapının çalmasıyla irkildim. Gir işaretini verdikten sonra Levent bey içeri girdi.

"Merhaba Beril hanım." dedi nazik bir tonla.

"Merhaba Levent bey nasılsınız?" diyerek onu buyur ettim.

Ben boş sohbetleri hiç sevmeyen biriydim. Nezaket kurallarına uymakta benim için her zaman zorlayıcı olmuştu. Bir an önce asıl konuya geçip, zaman kaybetmemek istiyordum.

"Aslında biraz şaşkınım. Bu kadar genç bir avukatın böylesine bir davayı kabul etmesi beni oldukça şaşırttı doğrusu. "

Anlaşılan Levent bey açık sözlü biriydi, bu tavırı gerilmeme sebep olsa da çok soğuk bir tavırla "Avukatlığınızı kim yaparsa yapsın adalet yerini bulacaktır. " dedim. Klasik, inanmadığım, içi boş cümlelerdi bunlar. Ikimiz de bu söylediğimi ciddiye alacak insanlar değildik. Ama idealist bir avukat gibi tanıtmak istiyordum kendimi.

Avukat Where stories live. Discover now