19.BÖLÜM: Güzel Bir An

424K 11.2K 2.8K
                                    

Bol yeşillikli bir alana geldiğimizde etrafta bizden başka kimse yoktu. Şehirden de uzaklaştığımızı düşünüyordum, en az bir saattir arabaydık. Bu süre zarfı boyunca da doğru düzgün konuşamamıştık çünkü Pusat'ın telefonu bir türlü susmak bilmemişti. Her arayana da ayrı ayrı kızıp, bağırdığından konuşma isteğim biraz bastırılmıştı. O da durumun çok iyi farkındaydı, ses tonuna dikkat etmeye çalışıyordu ama beş saniye falan sürüyordu.

Arabadan indiğimizde kaşlarını çatarak telefonunu kapattı ve koltuğun üzerine fırlattıktan sonra sepeti ve büyük bir çantayı eline aldı. Bir hışımla önümden yürümeye başlayınca bende arkasından takip ettim. Telefonu bırakmakla iyi yapmış mıydı gerçekten? Biraz sık aranan birine benziyordu.

"On dakika yürüyeceğiz, sıkıntı olur mu? Arabanın yaklaşabileceği en yakın nokta burası." Yavaşladı. Adımlarım ona yetişmeyi başardığında artık yan yana yürüyorduk. "Dar bir alan. Ve toprak."

"Sorun değil." Spor ayakkabı giydiğimden rahatlıkla yürüyebilirdim. "Çok gizli bir yere mi gidiyoruz?" dedim şakayla karışık hafif sitemle, gel gel bitmek bilmemişti.

İşaret parmağıyla ensesini kaşıdı. Emin olmayarak yüzüme baktığından cidden gizli bir yere geldiğimizi düşünmeye başlamıştım.

"Burası..." dedi. "Özel mülk."

Verdiği cevapla olduğum yerde kalakaldım. Özel mülk mü? Tam olarak neresi? Gözlerim etrafta hızlı hızlı döndü, ucu gözükmeyen bir ormandı burası.

"Dedem yıllar önce İstanbul'a geldiğinde almış," dediğinde, "Deden neden böyle bir şey yapmış?" diye sordum şaşkınca.

"Bu bölge tamamen kurak bir alandı eskiden. Dedem aldığında tek bir ağaç bile yokmuş ve babaannem vefat ettiğinde onun hatırasına buraya her geldiğinde bir kaç ağaç dikmiş. İşi nedeniyle o dönem sık sık gelip gitmiş. Ben büyüyüp İstanbul'a gelince bana verdi."

Hala yürümeye devam ediyorduk. Yol gerçekten çok kötüydü, ilerledikçe de kimsenin gelmediği o kadar belliydi ki. Yemyeşildi her yer, tek bir çöp yoktu. "Keşke benimde dedem bir iki toprak alsaydı," dediğimde bunu bilinçsiz söylemiştim. Bir an dedemin kim olduğunu ve neler yaptığını unutmuştum.

"Bir iki topraktan çok daha fazlasına sahip olduğuna eminim," dediği sırada yürüdüğümüz dar alan bir anda genişledi. Bizi geniş bir ova karşılarken büyük ağaçların altına konmuş bir kamelyaya doğru ilerledik. "Bunu da getiren kadar imanımız gevredi." Sepeti bırakıp bana döndüğünde şu anda büyülenmiş bir şekilde çevreye bakıyordum. Muazzam bir yerdi, muazzam. İstanbul gibi beton yığınından oluşan şehirde velinimetti. "Birazdan etrafı gezdiririm. Yakınlarda küçük bir dere var."

"Burası bir daha gitmek istemeyeceğim kadar mükemmel bir yer," deyip karşısına geçtim ve sepeti kendime doğru çekerek kapağını açtım. "Yerde otursak olmaz mı?"

Omuz silkti, "İstediğini yapmakta özgürsün."

Neyse ki sepetin hemen üzerinde sofra bezi vardı. Çıkarıp büyük bir ağacın altına serdim ve sepeti yanıma getirerek içinden malzemeleri çıkardım. Tamamen atıştırmalıklardan oluşuyordu. Sandviç, birkaç çeşit pasta, bir cam kasenin içinde çikolata, termos, bardak ve çatallar vardı.

Ayakkabılarımı çıkarıp sofra bezine yerleştirmeye başladığımda, Pusat getirdiği çantadan boş bir kap çıkarıp bana doğru döndü, "Varsa yeşillik veya meyve getireceğim."

Onu onaylayınca ceketini çıkarıp yürümeye başladı. Arkasından bir süre baktım, şu anda oldukça şaşırtıcı bir durumdaydım. Herhangi bir sorun olacağına ihtimal vermiyordum fakat onunla beraber tek bir insanın bile bulunmadığı ormanlık gibi bir alanın içinde yalnızdık. Ayrıca da buraya muhtemelen kimse gelmeyecekti.

SİYAHWhere stories live. Discover now