12.BÖLÜM: Senin İçin

359K 10.9K 1.9K
                                    

 Piknik kaldığımız yerden devam ederken oldukça eğlenceli vakit geçiriyordum.

Timuçin ve Burak hayatımda karşılaştığım en renkli karakterlere sahipti, sürekli laf dalaşına giriyor, hiçbir muhabbetten geri kalmıyorlar ve yeri geldiğinde çok güzel laf sokuyorlardı. Utku onların yanında epey sönük kalmıştı, piknik boyunca homurdanmış, diğerlerine kızmış ve ilgisini sürekli Şule'ye vermişti. Ona karşı yaptığı bazı ataklar başarılı oluyor ve bazıları tamamen görmezden geliniyordu.

Onların tam takibindeydim çünkü Şule dibimde oturuyordu. Konuştukları her şeyi duymuştum, bu pekte doğru davranış olmasa da kendimi onları dinlenmekten alıkoyamamıştım. Neyse ki muhabbetlerine çorba olmadan durabilmiştim, bu da bir şey sayılırdı.

"Sen neden et yemiyordun?" diye sordu Timuçin, karşımda ağzına koca bir et parçası atarken. 

Bu konunun elbette açılacağının farkındaydım, Türkiye gibi bir ülkede et yememek görmezden gelinebilecek bir durum değildi. "Et alerjim var," dediğimde salataya uzanan çatalı durdu. "Et alerjisi diye bir şey mi varmış?"

Ve bu da neredeyse istisnasız karşılaştığım bir tepkiydi. "Evet. Yediğim zaman vücudum mayın tarlasına dönüyor ve nefes alamıyorum."

"Beyaz et?" Kafamı salladım. "Vay be, ne kadar ilginç. Daha önce duymamıştım."

Biraz nadirdi. Ve çoğu etkileri zamanla azalabiliyordu. Ya da insanlar küçük kızarıklıkları, mide bulantısını, kusmayı, baş ağrısı göze alarak yemeğe devam ediyordu. Benim belirtilerim çok daha ciddi olduğundan ağzıma dahi sürmüyordum. "Yaygın değil."

"Ee protein?" 

Gözlerimi devirecektim fakat herkes bana bakarken biraz çekindim. Ne cahilce bir soruydu. "Sadece ette mi protein var sanıyorsun?"

Bundan nefret ediyordum çünkü bu muhabbet her zaman çok yorucu geçerdi. Kimse bir türlü kabul etmiyordu. Birde et yememem ne zaman konuşulsa, aklıma küçükken babamla Gaziantep'e gittiğimizde yaşananlar geliyordu. Oradaki insanları ikna etmek için babamın ne kadar dil döktüğünü hatırlayınca tüylerim ürperiyordu. Resmen et yememek suç gibi bir algı vardı.

"Gözlerinde cahilsin yazısını görüyorum," dedi gülerek. 

"Onu rahat bırak. Konuyu kapatmak için yalvarıyor gibi bir yüz ifadesi var." dedi Eymen ve ben ona teşekkür ettim. Ne güzel anlamıştı. 

"Önünde yememiz seni rahatsız etmiyor değil mi? Gerçi bunu sormak için geç kalmış olabiliriz," deyip boş tabaklara baktı Nisa. 

"Etmiyor." Eskiden kokusu dahi midemi bulandırırdı fakat bunu artık aşmıştım.

"Toparlanalım mı?" diye araya girdi Liva. "Hava gittikçe kapanıyor. Zaten karnımızı doyurduk."

"Toparlanalım," dedi abim ayağa kalkıp. Ardından teker teker ayağa kalktığımızda herkes bir işin  ucundan tuttu ve hızlıca toparladık dağıttığımız her şeyi.

Eşyalar arabalara gitmeye başladığında tek başına mangalı kaldıran Timuçin'in yanına yürüdüm. Pusat'ın numarasını falan almalıydım, konuşmamız noktalanmadan ortadan kaybolmuştu ve ona sormam gereken bu kadar mesele varken günlerin geçmesini bekleyemezdim. "Yardıma ihtiyaç var mı?"

"Yok. Bitti," deyip mangalı kutuya koydu ve kucağına aldı. Yürümeye başladığında bende peşine takıldım. Ona direkt sormamın bir sakıncası olur muydu acaba?

"Bir şey mi diyeceksin?" dediğinde derin bir nefes aldım. "Pusat'ın numarasını alabilir miyim?" diye sordum bir yandan da etrafı kolaçan ederek. İlk önce Utku'ya, daha sonra abime denk gelmek istemezdim.

SİYAHWhere stories live. Discover now