*22.Bölüm*

2.2K 156 6
                                    

Taşlıkta oturuyordum. İyice tadım tuzum kalmamıştı. Mektup geleceği de yoktu. Belki de çoktan ölmüşlerdi. Pencereden güzel havaya baktım. Yaz gelmişti artık. Dışarısı yazdı ama bize kış gibi geliyordu. Hiçbir iş yapamaz olmuştum. Bir destur sesiyle yerimden fırladım. Büyük kapının önüne çıktım. Tanımadığım bir paşa geçiyordu. Mırıltılar arasında hasodaya doğru ilerledi. İçimden bir ses çok kötü bir şey olduğunu söylüyordu. Hasodaya doğru ilerledim. İçerden sesler geliyordu.
"Mektubu okudunuz mu? Vaziyet vahim diyorum. Kimin ölüp kaldığı belli değil. Tedbir almamız lazım."
Elimi kalbime götürdüm. Kimin ölüp kaldığı belli değil dedi. Sultanım?
"Savaş kaybedilmiş. Herkes esir alınmış diyorlar."
Başım dönünce duvara yaslandım. Biri elini omzuma koydu.
"Duydun mu Neslişah? Herkes esir alınmış."
Mahpeyker kalfa ağlıyordu. Nefes almakta zorluk çekiyordum.
"Ne yapacağız?"
Çaresizlikle bana baktı. Birlikte taşlığa döndük. Hümaşah sultan ve Gülbahar sultan beni bekliyorlardı. Yutkunmaya çalıştım.
"Mektup gelmiş dediler. Kazanmış mıyız?" Diyen Gülbahar sultana baktım. Boğazımı temizledim.
"Mektup gelmiş. Sultanım... Savaş kaybedilmiş."
Herkesin yüzü düştü. Hümaşah sultan ayağa kalktı.
"O halde geri dönüyorlarmış değil mi?"
Ne diyecektim? Mahpeyker kalfaya baktım. Söylemem için başını salladı.
"Savaşta herkes esir alınmış sultanım. Hayattalar mı değiller mi belli değilmiş."
Bunu söylediğim anda Hümaşah sultan bayıldı. Gülbahar sultan yanına koştu. Benim de başım dönüyordu. Mahpeyker kalfaya tutundum. Bugün ne kadar da acı dolu bir gündü.

Akşamüzeri olunca sarayı telaş sardı. Ne hünkarımız kalmıştı ne de şehzadelerimiz. Kim başa geçecekti? Bize ne olacaktı? Haremi basarlar mıydı acaba? Timur Han yola çıkmış olmalıydı. Belki de Osmanlı'nın sonu gelmişti. Odamda volta atıp duruyordum. Sanki her an içeri askerler girecek ve bizi öldüreceklerdi. Vaktiyle Osmanlı askerlerinin beni öldüreceklerini sanmıştım. Şimdi ise Osmanlı sarayında başka askerlerin beni öldüreceklerini düşünüyordum. En sonunda dayanamayıp odamdan çıktım. Hümaşah sultanın odasına gittiğimde toparlanıyordu.
"Sultanım nereye gidiyorsunuz?"
Bana yaşlı gözlerle baktı.
"Sarayıma gidiyorum Neslişah. Ölümü orada bekleyeceğim. Haremi dağıtırlar yakında."
Ağlamaya başladım. Gelip ellerini omuzlarıma koydu.
"Ağlama. Ailene kavuşacaksın yıllar sonra. Hür sayılacaksınız. Bu gece büyük olarak Gülbahar azat edecek sizi."
Gözlerine baktım.
"Devletşah sultan? Ona ne olacak?"
Bakışlarını kaçırdı.
"Birkaç gün içinde ülkelerinize gideceksiniz. Askerlerin buraya gelmesi uzun sürer. Hareme ne yapacaklarını bilemeyiz."
Elini tuttum.
"Hadiseler bitene dek bizim misafimiz olun. Şatomuz epey büyük. Gülbahar sultan da gelsin."
Acıyla gülümsedi.
"Gidemeyiz. Biz hanedan mensubuyuz. Kaçamayız. Israr etme Neslişah."
Ne desem faydasızdı. Gelmeyeceklerdi. Eftelya ile birlikte giderdik en azından. Onu şatoya hizmetkar olarak almak istiyordum. Ailem de kabul ederdi herhalde. Olmadı ona bir ev alırdım. Hümaşah sultan sarayına gitti. Karanlık olunca taşlıkta toplandık. Gülbahar sultan oturuyordu.
"Bildiğiniz gibi savaş kaybedildi. Herkes esir alındı deniliyor. Bu vaziyette sizin azat edilmeniz gerek. Harem kapatılacak. Eğer hayatta bir şehzade kalabildiyse onun haremi gelecek buraya."
Kızlara baktım. Neşeli olmaları gerekti ama hepsi çok üzgündü.
"Elimde adınızın yazılı olduğu defter var. Hangi gün gelmişsiniz hepsi yazıyor. Şimdi ilk olarak..."
Susup bana baktı. Gözlerim dolmuştu. Derin bir nefes aldı.
"Larissa yani haznedar Neslişah hatun azat edilecek."
Yanına gidip önünde durdum. Bana uzun süre baktı. Sanki yüzümü hafızasına kazıyor gibiydi. Uzattığı elini tuttum.
"Evlenmem için sen ikna etmiştin beni. Kaderime razı olacaktım yoksa. Allah senden razı olsun. Ülkene gidince içinden geçeni yapmanı istiyorum. Söz ver bana."
Daha çok ağlamaya başladım. Önünde diz çöktüm.
"Ne olur siz de benimle gelin sultanım. Burada ölüp gitmenize gönlüm razı değil."
Elimi tutup sıktı. Gözleri dolu doluydu. Bir şey demedi ama gözlerindeki ifadeden gelmeyeceğini anladım. Boğazını temizledi.
"Neslişah hatunu azat ettim. Sıradaki gelsin."
Hatunlar çok fazla olduğu için herkese sıra gelmedi. Diğerleri yarın azat edilecekti. Mahpeyker kalfa ve Eftelya da azat edilmişti. Üçümüz aynı odaya gittik. Karşımdaki divana oturdular.
"Artık hürüz. Venedik'e gideceğiz değil mi?"
Eftelya başını salladı. Mahpeyker kalfa ağlıyordu.
"Çok uzun zaman oldu buraya geleli. Evimin yolunu bile unuttum. Ne yaparım orada?"
Ona baktım.
"Bizimle kalırsın. Sen de Eftelya. Şatomuz büyüktü. Paramız da var."
Gülümsediler. Yanıma gelip bana sarıldılar. Minnettar olduklarını söylediler. Gece aynı odada yattık.

Sabah olunca kalkıp giyindik. Sarayda başka Venedikli olmadığı için üçümüz gidecektik. Azat ta edilmiştik. Birkaç parça eşyamızı hazırlayıp taşlığa indik. Diğerleri azat ediliyordu. Gülbahar sultana baktım. Bakışları bana kayınca gülümsemeye çalıştı. Yanımıza gelince ağlamamak için yere baktım.
"Gidiyorsunuz. Yolunuz açık olsun. Eftelya çok mutlu ol olur mu? Mahpeyker özlemini çektiğin ülkene kavuşuyorsun sonunda. Neslişah... Şu sıkıcı saray hayatımıza renk kattın. Umarım senin de geri kalan hayatın renkli geçer."
Gözlerine baktım. Şimdi ağlayacakmış gibiydi. Hepimize sarıldı. Sarayın dışına çıkınca hasbahçeye baktım. Yıllar önce tam şurada valide sultanı görmüştüm. Yanında kızları da vardı. Şehzade Mehmet burada güldürmüştü beni. Kavga eden küçük şehzadeleri burada ayırmıştım. İlerideki çardağın altında oturan prensese tam buradan kötü bakışlar atmıştım. Devletşah sultanla konuşarak kırmızı güllerin yanından geçmiştik.
"Hadi Neslişah." Diyen Mahpeyker kalfaya baktım. Ağlamamak için zor tutuyordu kendisini. Eftelya bile etrafına bakıyordu. Yürüyüp hasbahçeyi geçtik. Sanki şu çalılığın arkasından sultanım çıkacaktı. Sarı saçlarını savuran rüzgara karşı gülümseyecekti. Kırmızı kaftanı savrulacaktı. Gözyaşlarımı silip arabaya doğru ilerledim. Tam binecekken kulağıma at sesi gelir gibi oldu. Etrafa baktım ama kimse görünmüyordu. Yeniden binmek için hamle yaptım. Sesi duyduğuma yemin edebilirdim. Mahpeyker kalfaya döndüm.
"At sesi duyuyor musun?"
Konuşmak için ağzını açtığı anda biraz ötemizde bir at durdu. Olduğum yerde donup kaldım. Gerçekten de biri atla gelip durmuştu. Yoksa askerler miydi? Kaçamadan yakalamışlardı bizi. Elim hançerime gitti. Yere diğerlerinin yanına indim. Hiçbirimiz kıpırdayamıyorduk. Biri yanımıza geliyordu. Hançerimi yukarı kaldırdım. Yaklaştı,yaklaştı. Eftelya gözlerini kapatmıştı. Ölüme hazır gibiydi. Bir adım öne çıkıp diğerlerine siper oldum. Biri gelip tam önümde durdu. Sadece ayaklarını görebiliyordum.
"Bırak bizi gidelim. Ülkemize gidiyoruz," dedim sert bir sesle. Aslında korkudan ölüyordum. Erkek olduğunu tahmin ettiğim kişi kolumu tuttu.
"Bırak beni," diye çekiştirmeye başladım.
"Neslişah benim."
Bakışlarım yüzüne kaydı. O an ağlayacak gibi oldum. Şehzade Mehmet bana bakıyordu. Mahpeyker kalfa gülümsedi. Eftelya bana sarıldı.
"Şehzadem siz nasıl kaçtınız? Diğerleri nerede?"
Şehzade nefesini dışarı verdi.
"Hünkarımızı esir aldılar. Kardeşlerim farklı yönlere kaçtılar. Takip etmeye çalıştım lakin gözden kaybettim bir süre sonra."
Nefesimi tuttum.
"Devletşah sultan?"
Şehzade Mehmet gülümseyip sağ tarafına baktı. Sabırsızca oraya baktım. Yürüme sesi geliyordu. Önce mavi bir kaftan gördüm. Sonra da sarı saçlar. Elimi ağzıma kapatıp ağlamaya başladım. Devletşah sultan kollarını bana doğru uzattı. Perişan görünüyordu. Kaftanı tozdan ve pislikten kahverengiye çalıyordu. Her daim bakımlı olan saçları keçeleşmişti. Yüzünde bile siyah izler vardı. Fakat o an hiçbiri umrumda değildi. Koşup sımsıkı sarıldım ona. İkimiz de ağlamaya başladık. Onu bir daha göremeyeceğimi düşünürken işte kollarımın arasındaydı.

SULTANIN NEDİMESİ~NeslişahWhere stories live. Discover now