*16.Bölüm*

2.8K 181 36
                                    

-1397-
Hünkar seferden dönecekti bugün. Herkesi tatlı bir telaş sarmıştı. Şehzadeler en güzel giysilerini giymişlerdi. Sultanlar da tabi. Devletşah sultan kırmızı elbisesini giymişti. Bir ay gibi parlıyordu dairede. Gözlerimi ondan alamıyordum. Muhteşem görünüyordu. Bana bakıp gülümseyince ben de gülümsedim.
"Destur! Hünkar Bayezid Han Hazretleri!"
Eğilip selam durduk. Hünkar içeri girince Gülbahar sultanla kucaklaştı. Sonra Hümaşah sultan. Daha sonra da sultanımla. Hepsiyle hasret giderdikten sonra konuşmaya başladı.
"Konstantiniye az kalsın bizim olacaktı lakin kafirler bir olup Niğbolu'ya saldırdılar. Onlarla uğraşmaktan kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldım."
Sultanım gülümsedi.
"Haberlerinizi aldık hünkarım. Belki de böylesi hayırlıdır."
Hünkarın gülümsemesi ise oldukça buruktu. Ne kadar almayı istediğini ben biliyordum. Hünkar has odaya gidince ben de mutfağa indim. Hünkar için hususi yemek hazırlanacaktı. Mutfağa girmemle prenses Olivera'ya çarpmam bir oldu.
"Prenses... Afedersiniz."
Gülümsemeye çalıştı.
"Mühim değil. Ben de hünkarımızla yemek için sipariş verdim."
Sinirim atmıştı. Elimi tezgaha vurdum.
"Ağam akşam için hünkara etli yemek hazırlansın. Sultanımla başbaşa yiyecekler."
Prenses kolumu tuttu.
"Hünkar benimle yiyecek."
Hışımla ona döndüm. Bana küçümseyerek bakıyordu.
"Kolumu bırakın. Sultanımız ki kendisi haremi yönetiyor böyle emrettiler. Başbaşa olacaklar."
Prenses öfkeyle soludu.
"Ben hanedan üyesiyim! O kim? Basit bir köle! Hünkar benimle yiyecek!"
Tepemin tası iyice atmıştı. Elime geçirdiğim tepsiyle koluna vurdum. O da unu eline alıp üzerime boca etti. Bunun üzerine saçından tutup yüzüme yaklaştırdım.
"Bizimle uğraşma prenses. Unutma ki sizin hanedan bir padişah katili. Hünkarın iki dudağının içinde ölüm fermanın."
Büyümüş gözleriyle bana baktı. Bırakıp una bulanmış üzerimi silkeledim. Yemek yapan ağaya göz kırpıp çıktım. Bu prenses te yaman çıkmıştı. Sürekli bir uğraşma. Yine de sultanımın yanında çok sönük kalıyordu.

Gece olunca hünkar kimin yanına gidecek derdi tuttu bizi. Sultanım hazırlanmış sedirde oturuyordu.
"Eğer hünkarımız gelirse beni özlemiş demektir. Prensesin değeri kalmamış demektir."
Gülümsedim.
"Zaten siz çok değerlisiniz sultanım. Gelmese de size çok değer veriyor hünkarımız."
Derin bir nefes aldı.
"Bu gurur meselesi oldu Neslişah. Ben kazanmalıyım bu gece," dedi sabırsız bir ses tonuyla. Ben de bunun için dua ediyordum zaten. Kapı çalınınca o tarafa baktım. Mahpeyker kalfa geldi.
"Sultanım hünkarımız haber yolladılar."
Sultanıma kaydı bakışlarım. Renk vermiyordu ama heyecandan titrediğini hissediyordum.
"Biraz sonra geleceklerini bildirdiler sultanım."
Derin bir nefes aldım. Sultanımın da gözleri parladı.
"Çekilebilirsin."
Mahpeyker kalfa çıkınca ben de daireden çıktım. Artık sultanımın dairesinde kalmıyordum. Şehzade Süleyman biraz büyümüştü. Gerek yoktu artık. Uzun koridordan geçerken başımı kaldırıp prensesin odasına baktım. İçeriden ışık gelmiyordu. Öfkesinden erkenden yatmıştı belki de. Gülümseyip odama girdim. Üzerimi değiştirip kitap okumaya başladım. Hususi olarak aldırmıştım bu kitabı. İtalyancayı unutmamam lazımdı. Gerçi rüyalarımda hep İtalyanca konuşuyordum. Yine de tedbirimi almam gerekirdi. Uzunca bir vakit kitap okudum. Sonra başımı yastığa koyup uykuya dalmaya çalıştım.

Sabah erkenden taşlığa indim. Cariyeler fısır fısır konuşuyorlardı. Yanlarına gittim.
"İşiniz yok mu sizin? Bırakın dedikoduyu."
İçlerinden biri konuşmaya başladı.
"Duydunuz mu Neslişah hatun? Prenses hünkarımıza bir hediye getirtmiş. Bugün takdim edecekmiş."
Kaşımın birini havaya kaldırdım.
"Ne hediyesi? Kim dedi?"
"Öyle duyduk. Sırp kralı göndermiş. Ne olduğu muamma."
Bir süre düşündüm. Sonra derin bir nefes aldım.
"İşinizin başına dönün siz. Size ne hediyeden?"
Kızlar işlerinin başına döndüler. Şu hediye mevzusunu aşırı derecede merak etmiştim. Ne olabilirdi ki? Mahpeyker kalfanın kesin haberi vardır diye düşündüm. Koridorlardan geçerken aklımda hediye vardı. İleride Mahpeyker kalfanın Mercan ağayla konuştuğunu gördüm. Hemen yanlarına gittim.
"Hünkara gelen hediyeden haberiniz var mı?"
Mercan ağa gülümsedi.
"Biz de onu konuşuyorduk. Bize göstermeden hasbahçeye getirmişler."
İçimi çektim.
"Nasıl görebiliriz?"
Mahpeyker kalfa gözlerini devirdi.
"Devlet sırrı gibi saklıyorlar. Görmemiz mümkün değil."
Selam verip hasbahçeye çıktım. Elbet kenardan köşeden görürdüm ne olduğunu. Hızlı adımlarla bir sürü ağanın beklediği yere yaklaştım. Dikkatlerini dağıtmam gerekiyordu. Aklıma bir numara geldi.
"İmdat! Yardım edin!" Diye bağırmaya başladım. Ağalardan biri koşarak yanıma geldi.
"Ne oldu Neslişah hatun?"
Korkuyla ona baktım.
"Yılan geçti yanımdan. Yakala onu ağam. Şehzadelerden birini sokar mazallah."
Ağa telaşla etrafına baktı.
"Hay Allah! Yanımda hiçbir şey de yok."
İleriye baktım.
"Şuradaki ağadan yardım istesek. Siz yakalarken ben göz kulak olurum orada ne varsa."
Bir süre kararsız kaldı ama sonra başıyla onayladı. Ağayı da çağırınca kapının yanına gittim. Kapı sürgülüydü. Çok az vaktim vardı. Ağalar yalan söylediğimi anlamadan geri dönmeliydim. Kapıyı açıp içeri girdim. İçerde tek bir mum vardı. Gözleerimi kısıp yürümeye başladım. Ta ki bir şeye çarpana kadar. Durup ne olduğunu anlamaya çalıştım. Üzerinde örtü vardı. Bir ucunu kaldırdım. Bu bir faytondu. Elimi üzerinde gezdirince altın kaplama olduğunu anladım. Örtüsünü indirip kapıya yöneldim. Aradan sıvıştım. Ağalar geldiğinde ise gülümsedim.
"Yakaladınız mı?"
Ağa başını iki yana salladı.
"Kaçmış herhalde. Daha sonra bakarız."
Hemen hareme döndüm. Sultanımın dairesine gittim. Beni bekler gibi bir hali vardı.
"Sultanım Sırp kralı hünkarımıza bir hediye göndermiş."
Huzursuzca kıpırdandı.
"Biliyorum Neslişah. Ne olduğunu kimse bilmiyor. Ne kadar sorgu sual ettiysem boşa."
Gülümsedim.
"Ne olduğunu gördüm sultanım. Altın işleme bir fayton."
Kaşlarını havaya kaldırdı.
"Bu muymuş? Devlet sırrı gibi saklıyorlar."
Güldüm. Yakında ortaya çıkacaktı zaten. Ben sadece süreyi kısalttım.

İki gün sonra hünkar altın kaplama arabasıyla geziye çıktı. Prenses arabaya binerken baktım. O kadar mağrurdu ki. Komikti ama. Bu işin içinde bir iş vardı. Kötü bir şey olmamasını diliyordum. Taşlığa dönünce arkamdan biri seslendi.
"Neslişah hatun!"
Hızla arkama döndüm. Sarışın bir kız endişeyle bana bakıyordu. Yanına gittim.
"Ne oldu hatun?"
Gözleri dolu doluydu.
"Dilara hatun çok hasta. Seni görmek istiyor."
Saray başıma yıkılmıştı sanki.
"Ne olmuş ki? Üşütmüş mü?"
Yere baktı. Sultanımdan izin alıp saraydan ayrıldım. Gülbahar sultanın sarayına varınca derin bir nefes alıp içeri girdim. Gülbahar sultanın gözleri ağlamaktan kıpkırmızıydı. Beni görünce ayağa kalktı.
"Neslişah... Dilara çok hasta. Seni sayıklıyor."
Gözlerim doldu.
"Nesi varmış sultanım? Çok mu kötü?"
Yanıma gelip elimi tuttu.
"Hekim geldi az önce. Hâlâ yukarda. Gel gidelim."
Birlikte üst kata çıktık. Kapının önünde ağızları siyah örtülerle bağlı adamlar vardı. Deri eldivenler giymişlerdi. Yutkunup hekimin çıkmasını bekledim. Hekim beş karış suratla karşımıza çıktı. Gülbahar sultan elimi sıkıyordu. Hekim boğazını temizledi.
"Sultanım... Nasıl desem... Dilara hatunun vaziyeti iyi değil."
Nefesim daralmaya başladı. Sultan elimi çok sıkıyordu.
"Hatun çiçek olmuş sultanım. Elimden bir şey gelmez."
Ağlamaya başladım. Gülbahar sultan hekime gitmesini işaret etti. Hekim gider gitmez bana baktı. Ağlıyordum. Gülbahar sultan ağlamaya başladı.
"Dilara ölecek. Nasıl dayanırım? Onunla büyüdüm ben."
Hıçkırarak ağlıyordum. Kapıya yönelince hekimler tuttular beni.
"Bırakın. Son kez görmek istiyorum. O benim en iyi arkadaşım."
Hekimler ağzımı örtmem karşılığında izin verdiler. Ağzımı örtüp içeri girdim. Gülbahar sultan da geldi. Dilara'nın yattığı yatağın etrafını tülle örtmüşlerdi. İnlemeye benzer bir ses çıkartıyordu. Gözyaşlarımı tutmaya çalışarak yanına gidip diz çöktüm.
"Dilara? Ben geldim,Neslişah."
Gözlerini açıp bana gülümsedi.
"Geldin. Çok kötüyüm ben. Seni... Görmek istedim."
Ağlıyordum. Nasıl durabilirdim ki?
"Daha çok göreceksin beni. İyileşeceksin. Birlikte hasbahçede dolaşacağız. İzin verirlerse Rusya'ya da gideriz."
Gülümseyip bana başını çevirince boynundaki çiçek izini gördüm. Kanıyordu.
"Venedik'e de gideriz değil mi? Hani anlattığın köprü vardı ya sevgililer gezermiş. Beni götürürsün değil mi?"
Başımı salladım ağlayarak. Elimi tutmak istedi ama arada tül vardı. Tülün üzerinden tuttum elini. Dilara Gülbahar sultana baktı. Gülümsedi.
"Siz çok iyisiniz sultanım. Sizin yanınızdayken kendimi köle gibi hissetmedim hiç. İyi ki sizin nedimenizdim."
Sultan gülümsedi.
"İyi ki Dilara. Seni çok seviyorum. Kardeşim gibiydin."
Dilara inledi. Biraz öksürdü. Sonra bana kaydı gülümseyen bakışları.
"Hani ikimiz aynı odada kalırken bana bir masal anlatmıştın. Annen anlatırmış sana küçükken. Kırmızı Balonlu Kız. Anlatsana."
Yutkunmaya çalıştım. Boğazımda kocaman bir yumruk vardı.
"Kırmızı balonu kız ormanda gezinirken papatyalara rastlar. Sepetine..."
Masalın en sevdiği yerine geldiğimde gözleri kocaman açıldı. Durdum.
"Neslişah,beni unutma olur mu? Birlikte kaldığımız... Odada bir defter var..."
Ağlıyordum yine.
"O benim günlüğüm. Senin de adın geçiyor. Onu... Oku olur mu? Seni çok seviyorum."
"Ben de Dilara. Te amo."
Son kez gülümsedi ve öldü. En yakın arkadaşım elimi tutarak öldü. Son sözü seni seviyorum oldu. Gözlerime baktı son kez. Şimdi ben bunun hissini nasıl anlatayım?

SULTANIN NEDİMESİ~NeslişahWhere stories live. Discover now