*19.Bölüm*

2.6K 161 28
                                    

Gülbahar sultanın çok üzgün olduğunu duyunca yanına gitmeye karar verdik. Sultanım da onu merak ediyordu. Haremi Mahpeyker kalfaya emanet edip saraydan ayrıldık. Gülbahar sultanın sarayına varınca buraya son gelişimi hatırladım. Gözyaşlarından görüşüm bulanıklaşmıştı. Derin bir nefes alıp kötü hatıraları silmesini umut ettim. İçeri girince Gülsima sultan gelip bacaklarıma sarıldı. Eğilip yanağını okşadım.
"Nasılsınız sultanım?" Dedim gülümseyerek.
"İyi. Oynayalım mı?"
Saçlarını arkaya attım.
"Sonra oynarız."
Gülbahar sultan sedirde oturuyordu. Sultanım yanına oturup elini tuttu.
"Nasılsınız sultanım?"
Gülbahar sultan içini çekti.
"İyi değilim Devletşah. Dilara'yı çok özledim. Yokluğu öyle büyük bir boşluk ki."
Ağladığım belli olmasın diye Gülsima sultanın başına yasladım yanağımı. Gülsima sultan sanki anlamış gibi bana baktı.
"Bahçede gezelim mi?"
Başımı salladım. Sultanlara selam verip bahçeye çıktım. Gülsima sultan koşturuyordu. Arkasından bakıp hiç sahip olamayacağım çocukları düşündüm. Benim de böyle tatlı bir kızım olsa çok iyi olurdu. Güllerin başında duran Gülsima sultan bana bakıp gülümsedi.
"Bu çiçekleri çok seviyorum ama annem koparma dedi. Dikenleri elime batarmış."
Yanına diz çöktüm.
"Doğru söylemiş sultanım. Koparmadan renkli kısımlarını okşayabilirsiniz."
Birlikte kırmızı gülü okşadık. Yumuşacıktı. Gülsima sultanın elleri gibi. Sırayla diğer çiçekleri de okşadık. Hava serinleyince içeri girdik. Üşüyebilirdi. Sultanlar şerbet içiyordu. Gülbahar sultan daha iyi görünüyordu. Gidip yanlarına oturdum.
"İsterseniz sizin için yeni bir nedime seçelim sultanım," dediğimde bana baktı.
"Bilmiyorum. Güvenebileceğimiz biri olmalı. Gülsima'yı herkese emanet edemem."
Başımı salladım. Vedalaşıp çıktık. Taşlığa gidip etrafı kolaçan ettim. Sessiz sakindi. Sorun çıkaran ve zindana atılan kızlar geri dönmüş sus pus oturuyorlardı. Onlara baktığımı fark edince kalkıp selam verdiler. Cezalarını almış gibi görünüyorlardı. Kapıdan çıkmak üzereyken biriyle çarpıştım. Kim olduğunu anlamam uzun sürmedi. Sarı saçlarından belliydi. Prenses...
"Afedersiniz."
Elini omzuma koyunca gerildim. Daha önce bana hiç dokunmamıştı.
"Mühim değil. Bugün biraz bahçede dolaşalım mı?"
Şaşırmıştım.
"Ben... Şey... Olur."
Güldü.
"Hadi gel gidelim."
Birlikte hasbahçeye çıktık. Hava sıcaktı. Bahar tüm güzelliğini hissettiriyordu her zamanki gibi.
"Dediğin sözleri çok düşündüm," dediğinde göz ucuyla ona baktım.
"Saraydan hiç çıkmayan bir kızdım ben de. Halkı hiç tanımıyordum. Babam odama gelip beni evlendirmek istediğini söylediğinde çok korkmuştum fakir birine verecek diye. Osmanlı'ya gelin olacağımı öğrendiğimdeyse ağladım. Hem de çok. Düşman ülkeydi en başında. Bana eziyet ederler diye düşündüm."
Durup bana baktı.
"Oysaki kölelere bile çok iyi davranılıyordu. Yemek te veriliyordu,yatacak yer de. Bir de herkes çok iyiydi. Senin gibi."
Gülümsedim.
"Herkes vatanından koparıldı prensesim. Ben yıllardır Venedik'i çok özlüyorum. Buraya alıştım ama. Eskisi gibi garip gelmiyor adetleri."
Güldü.
"Ben de çoğuna alıştım. Hünkarın birden fazla eşi olmasına alışamadım ama."
Güldüm. Birlikte güldük. Durunca elimi tuttu.
"Dost olalım istiyorum. Devletşah sultana da söyler misin bunu? Çok sıkılıyorum bütün gün dairemde."
Gülümseyip başımı salladım. İçeri girince sultanımın dairesine gittim.
"Prenses sulh istiyor sultanım."
Şaşırmıştı.
"Birden ne olmuş böyle? Oyun olmasın? Yine de kabul ettiğimi söyle. Gelsin konuşalım."
Prenses bunu duyunca hemen geldi. Tedbiri elden bırakmamak için ben de durdum dairede. Prenses boğazını temizledi.
"Sultanım ben dost olmak istiyorum. Her gün birbirimize bakıp sinir olmakla günlerin geçmeyeceğini anladım. Umarım siz de bu teklifimi kabul edersiniz."
Sultanım gülümsedi.
"Bu hususta samimiysen neden olmasın. Ben de sıkılıyorum zaten. Edirne'yi gezdiririm size. İster misiniz?"
Prenses içtenlikle gülümsedi.
"Çok isterim sultanım. Yarın gidelim mi?"
Sultanım başını salladı. Bir süre daha durup gitti sultanımız. Akşam olunca hünkar geldi. Ben şehzadelerin yanında arka odadaydım.
"Hünkarım canınız epeydir sıkkın. Bir hadise mi oldu?"
Hünkarın içini çektiğini duydum.
"Timur İmparatorluğu'nun başındaki zat tehdit içeren mektuplar gönderir durur. Canım buna sıkıldı."
Sultan içini çekti.
"Amacı nedir bilmem sultanım lakin cevap vermezseniz vazgeçer diye düşünüyorum. Yine siz daha iyisini bilirsiniz tabi."
Bir süre konuşmadılar. Sonra sultanım çekilmemi emretti. Baş başa kalmak istiyorlarmış. Odama gidip bir şeyler karaladım. Daha sonra da uyumak için yattım.

Ertesi gün söz verildiği gibi sultanımız prenses Olivera ile dolaşmaya çıktı. Refakat etmek için çok ısrar ettim ama haremi başıboş bırakamazdık. Benim yerime Nilüfer hatun gitti. İçim bir nebze de olsa rahattı. Eftelya'nın yanına gidip oturdum.
"Nasılsın?"
Gülümsedi.
"İyiyim. Resim çizdim ama kimse görmesin. Bakmak ister misin?"
Heyecanla başımı salladım. Kağıdı açıp bana gösterdi. Bir sürü ev çizmişti. En altta da deniz vardı. Venedik olduğu aşikardı. Biraz daha bakınca gözlerim doldu. Eftelya elimi tuttu.
"Özledin değil mi?"
Başımı salladım.
"Gitsem bir daha geri dönemem. Hiç dük Nicholas'ın şatosunu gördün mü?"
Bir süre düşündü.
"Tepede olan mı? Köprüyü gören?'
"Evet o. Bordo süslemeleri vardı."
Güldü.
"Gördüm elbet. Her gün oraya bakıp orada yaşadığımın hayalini kurardım."
Gülümsedim.
"Emin ol o kadar da güzel değildi. Ciddiyetten sıkılmıştım. Sevgi yoktu. Babam bana hiç sarılmamıştı."
Bir süre Venedik'ten konuştuk. Sonra sultanımın döndüğünü duydum. Hemen karşılamaya gittim. Mutlu görünüyordu. Yanına gidip selam verdim.
"Prenses kırk yıllık dostum gibi konuştu," dedi köşeyi döndüğümüzde. Hayret ettim.
"Bilmiyorum sultanım. Samimi mi değil mi kestirmek hayli güç. Yine de tedbirli olmakta fayda var."
Onayladı. Hasodanın önünden geçerken içeriden bir şey kırılma sesi geldi. Aniden durduk. Hünkar bir şeyleri mi fırlatıyordu? Sultanım kapıya yöneldi. Kapıdaki ağalar öne çıktı.
"Sultanım hünkarımız kimseyi almayın diye buyurdular. Üzgünüm lakin sizi içeri alamam."
Sultan kaşlarını çattı.
"Mühim bir hadise olabilir. Ben hünkara izahat veririm. Açın kapıyı."
Nöbetçiler istemeye istemeye kapıyı açtılar. Sultan beni de çağırdı. Arkasından içeri girdim. Büyük ayna parçaları her yerdeydi. Basmamaya gayret ederek ilerledim. Hünkar sinirli bir şekilde oturuyordu. Sultanım yanına gidip diz çöktü.
"Ne oldu hünkarım iyi misiniz?"
Hünkar yeri işaret etti. Yerde kırmızı bir hatun elbisesi vardı. Mana verememiştim. Hünlar bana bakınca başımı yere eğdim.
"Neslişah hatun kaldır şu kaftanı."
Gidip kaftanı elime alıp açtım. Hünkar öfkeyle soluyordu.
"Timur denen adam bana bu kaftanı göndermiş. Savaşmaktan mı korkarsın demiş. O vakit bu kaftanı giyesin demiş."
Donup kalmıştım. Sultanım boğazını temizledi.
"Gafilin lafına itibar etmeyin nolur hünkarım. Alanen alay eder sizinle."
Hünkar ayağa kalkıp volta atmaya başladı. Ben de kaftanı arkama sakladım. Görmek daha çok sinirini bozardı.
"Eğer karşılık vermezsem lafını kabul etmiş olurum. Usulüne uygun cevap vermek farz oldu."
Yutkundum. Sultanım bana baktı.
"Savaş açacak mısınız hünkarım?"
Hünkara baktım. Hâlâ çok öfkeliydi. Vereceği cevabı beklerken kalbim çok hızlı atıyordu.
"Açacağım Devletşah. Üstelik seni ve Olivera'yı da götüreceğim. Hatun nasıl olurmuş görsün."
Sultanım ve savaş meydanı... Yüreğim korkuyla doldu. Ne yapardı orada? Ya ben? Ben de gidecek miydim? Ölüme bizzat tanık mı olacaktım? Hasodadan çıkınca bu sorularla başbaşa kaldım. Sultanımın hünkarı ikna etmesini dilemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu.

SULTANIN NEDİMESİ~NeslişahWhere stories live. Discover now