Ah Mervem, bir de bana sor onu.

Kollarımı beline sardım ve başımı boynuna gömdüm. Bacaklarım bacaklarının üzerindeydi. Nefesim tenine çarpıyordu. Mayışmıştım; gözlerimi kapattım. "Nefesini hissetmek de güzelmiş," diye mırıldandı Merve, sonra ellerini saçlarımda gezdirmeye başladı. Ben ise, çok geçmeden uykuya daldım.

Tekrar gözlerimi açtığımda, duyduğum şey kulaklarımı beceren bir alarm sesiydi. Merve kurmuş olmalıydı uyumadan önce. Hava kararmıştı. Saatlerce uyumuştuk ve bundan oldukça memnundum doğrusu. Onun koynunda geçen her an, benim için vazgeçilmezdi.

Merve, telefonunu susturup gözlerini kapattı ve parmak uçlarını göz kapaklarına bastırdı. "Saat altı buçuk," dedi boğukça. Yeni uyandığında çıkan sesi çok hoşuma gidiyordu. Güzel gözleri de uyanınca yine puf puf olmuştu. Yerinde doğruldu. "Hadi, hazırlanalım da biraz temiz hava almaya çıkalım. Ödem atacak valla vücudumuz."

"Pekala, sayın doktor," diyerek güldüm ve yerimden uyuşukça kalkıp, üzerimi düzelttim.

Hazırlanmamız sadece on dakikamızı aldı. Merve bana çantamı uzattı ve beraber evden çıktıktan sonra, kapıyı kitledi.

Aklımda, sahilde dolaşıp da nasıl Cansuların evinde biteceğimiz vardı yine. Off, biri beni kurtarsın!

Metroyla, Bostancı'ya geçtikten sonra, Minibüs Caddesi'ne doğru yürüyorduk; bizim site biraz üst tarafta kalıyordu sahile göre. "Hava da güzelmiş," dedi Merve, sessizlikten rahatsız olmuş gibi. Oysa ben onunla saatlerce sessiz kalarak, yürüyüş yapabilirdim. "Resim çekeyim, yaklaş," derken beni bir sokak lambasının altına çekti.

Durdum ve yanına sokuldum. Merve, telefonunu önümüzde tutup bir tane resim çekti ve beni belimden tutarak, ilerletti. İstemeden güldüm yaptığına. O da bana katılarak güldü. "Anı anıdır," derken, hala telefonuna bakıyordu. Ekranı bana çevirdi. Çektiği resmi, kilit ekranına koymuştu. "Çok yakıştı bence, değil mi?" bana tatlı tatlı gülümsedi.

"Seni yerim ama ya!" Sokağın tenha olmasından yararlanıp, elini tuttum sıkı sıkı, "bir tanem benim."

Gülümsemekle yetindi. Caddeye ulaştığımızda, Paragon'a geçtik ve oradan da sahile doğru indik. Sahil ılık ılık esiyordu.

İç çektim. "Çocukken annem ve abimle buraya çok gelirdik ve abimle beraber deniz kenarına dizili kayaların üzerinden zıplayarak yarış yapardık," güldüm. Bunu onunla paylaşmak bile Merve'yle aramızdaki bağı kuvvetlendiriyor gibi hissediyordum. Omuz silktim. "Eh, o zamanlar Batuhan ile aram böyle açık değildi tabi. Neyse işte, buranın manevi bir değeri vardır bende."

Beni belimden tuttu. "Tekrar yapmak ister misin peki?"

Kaşlarımı çattım. "Ne?"

"Çıkalım hadi," der demez, bacağını kaldırarak yukarı tırmandı ve kayanın üzerine çıktı. Elini uzattı, "çocukluğunu yaşatalım diyorum!"

Keyifle güldüm ve elini tutarak, yanına yetiştim. Böylece, sahil boyunca kayaların üzerinden turlamaya koyulduk. Caddebostan'a kadar ilerlemiştik. Geri dönüyorduk.

Derin bir nefes aldım. Kokusu burnuma doldu. "Bunu yapmayalı bayağı olmuştu," dedim, gülerken. "Özlemişim. Teşekkür ederim."

Gülümsedi. O anda, telefonum çalmaya başlamıştı. Ah, Merve ile o kadar eğlenmiştim ki, az daha unutuyordum planı yani! Hemen telefonu elime aldım ve ekrana baktım; Cansu arıyordu. Açıp, kulağıma dayadım cihazı. "Alo?"

"Canım, n'aber?"

"İyi, Merve'yle yürüyüş yapıyoruz," derken, içten içe ondan bana yardımcı olmasını istiyordum. "Sen?"

"Ben de sana bir şey vereceğim. Bize gelsene," dedi Cansu, imalı bir sesle. Ekledi, "ona bunu diyerek, bizim eve getir hadi. Her şey hazır."

Rahat bir nefes verdim. İmdadıma yetişmişti! "Tamam, orada oluruz birazdan." Aramayı sonlandırdım.

Merve bana beklentiyle bakıyordu. "Cansu'yla tanışmıştın; Gökhan'nınki. O aradı. Bir şey verecekmiş bana, söylemedi. Evi de yakınlarda, beraber gidelim. Olur mu?"

Başını salladı. Bostancı'ya dönmüştük. Işıklardan karşıya geçtik ve Cansu'nun evine gitmek için lunaparka çıkan tünelden girip, adımlamaya başladık. On beş dakika içinde, kapının önündeydik. İçim kıpır kıpırdı. Kalbim küt küt çarpıyordu. Zile bastım. Cansu kim olduğumuzu sormadan, kapıyı açtı. İçeri girdik ve ikinci kata çıktık. Her şey yavaş çekimde gerçekleşiyor gibiydi.

Daireye yaklaştığımızda, kapı aralıktı. Eve adımladık. Merve kaşlarını çatmıştı. "Neden her yer karanlık?"

Bir anda ışıklar açıldı. Çocuklar konfetti patlatıp düdüklerini öttürdü. Aynı anda müzik de çalmaya başlamıştı. "İyi ki doğdun, Merve!"

Merve, ağzı açık bir şekilde bir bana, bir de onlara bakakaldı. Etrafa göz gezdirdi ve tekrar bana döndüğü gibi, kollarını belime doladı. "Yaa, çok teşekkür ederim," geri çekilip, yanaklarımdan öptü ve sonra da dudağıma bir öpücük koydu. Afalladım birden. Arkadaşlarının bizden haberi var mıydı bunca zamandır ulan? Niye biri de bana belli etmemişti?

"Çok teşekkür ederim, Asenam," diye gülümsedi ve çocuklarla da öpüşüp selamlaştı.

"Sevgilisi olduğumu biliyor muydunuz siz?" dedim şaşkın şaşkın.

Şeyda kıkır kıkır güldü. "Elbette. Yakın arkadaşlarıyız biz," deyip devam etti, "aramızda öğrenmesini istemediğin biri vardır diye ses çıkarmamıştım ben."

Sen bilmesen de olurdu. Aptal.

Gülümsedim. "Yok ya, niye olsun? Cansu ve Gökhan kardeşim gibidir zaten," derken, içim biraz rahatlamıştı. Onların yanında kasıntı gibi davranmak istemiyordum Merve'ye karşı.

Caner boğazını temizledi. "Hadi gençler, boş boş konuşacağımıza partileyelim!"

Ben sana bir partileyeceğim göreceksin şimdi, sikko! Aklımdan çıktığını mı sanıyorsun?

Öfkemi dizginlemek istercesine, köşede duran doğum günü şapkalarından birini Merve'nin kafasına geçirdim ve sırıttım. "Şimdi oldu."

Güldü. Gözleri parlıyordu sevinçten. Beni ellerinden tutarak, salonun ortasına çekti ve dans ettirdi. Hiç anlamasam da, adımlarına uymaya çalıştım. Imagine Dragons'tan Thunder çalıyordu televizyonda; laptopa bağlamışlardı ekranı.

Şarkıya eşlik ederken, beni de oynattı. "Just a young gun with a quick fuse. I was uptight, wanna let loose. I was dreaming of bigger things, and wanna leave my old life behind," güldü. Çok güzel telaffuz ediyordu sözleri. "Not a yes sir, not a follower. Fit the box, fit the mold. Have a seat in the foyer, take a number. I was lightning before the thunder." Şarkının ritmine göre dans ediyordu. Onun şirinliğine gülmeden edemedim.

Bir süre boyunca çocuklarla beraber, bir şeyler atıştırıp dans ettik. Sıra hediyeleri açmaya gelmişti. Cansu, isteğim üzerine aldığı unicorn desenli, pembe halının üzerine dizmişti hediye paketlerini. Her birinde, alanın ismi yazıyordu.

"İlk sen ver," dedi Melike, bana dönerek. Ah, uyardığın iyi oldu, bilmiyorduk sanki.

Ayağa kalktım ve halının üzerinde bekleyen siyah fiyonklu, mor paketi elime aldım. Merve'ye döndüm. "Nice güzel ve bol gülücük dolu yıllara, sevgilim," deyip kutuyu ona uzattım ve dudaklarımı ısırdım.

Merve de, heyecanla kutuyu açtı. Kitabı gördüğünde, gözleri kocaman olmuştu. "İnanmıyorum," dedi bir yandan gülerken, "bize kitap mı yaptın? Çok güzel olmuş ya," bana sarıldı ve kulağıma doğru ekledi, "çok teşekkür ederim, canımın içi. Aldığım en güzel şey bu."

Kıkırdadım. Herkes teker teker hediyesini verdi. Umut, atış setini teslim ettikten sonra, Caner de sonda kalan kutuyu eline aldı. Nefesim hızlanmış, kolumu göğsüme çaprazlayarak sakladığım ellerim yumruk halini almıştı. Merve, Caner'den aldığı hediye paketini yavaşça açtı. İçinden çıkanı gördüğünde, başını kaldırdı ve bakışları benimkilerle birleşti. Dişlerimi sıkmaktan, çenem acıyordu. Merve Caner'e döndü ve hafifçe gülümsedi, ardından yanıma yaklaştı ve beni kolumdan çekti. "Gelsene bir, konuşalım."

📚Hon'ya ⚢Donde viven las historias. Descúbrelo ahora