4.0

3.5K 178 69
                                        

Merve, beni belimden sararken, dikkatlice çevirdim krepleri ve tabaklara dağıttım.

"Hamarata bak ya, seni kesin alacağım ben. Annenden istemeye geleceğim," diye güldü Merve, bunu yapınca nefesi enseme değmişti. "Eşim olman gerek," yanağımdan öptü ve geri çekildi.

Kıkırdadım ve tabakları alıp, mutfak masasına yerleştirdim. "Bence biz kaçalım. Ailemden beni istemeye gelirsen, ikimizi de gömerler diri diri," deyip, sandalyeye oturdum.

Güldü. "Öleceksek beraber ölelim, yavrum be!" diyerek, bardaklara çay doldurdu.

Dil çıkardım. "Manyak."

Kahvaltımızı etmeye koyulduk. Onu bir şekilde dışarı çıkarmalıydım akşama doğru, ki böylece Cansulara gidebilirdik.

"Akşam yürüyüş mü yapsak?" dedim aniden; şimdiden ayarlamazsam Merve beni dışarı çıkarmazdı.

Omuz silkti. "Olur, güzelim. Nereye gidelim?"

"Bostancı Sahil'de turlayabiliriz," diye önerdim, direkt aklıma geleni söyleyerek.

Durumu nasıl bağlayacağımı bilmiyordum Cansuların evine gitmemiz konusunda. En azından az çok tanışıyordular; bir yolunu bulurdum herhalde. Ah, pratik zeka yoksunuydum.

"Çok düşüncelisin yine," dedi Merve, bana şüpheyle bakarken. "Bir sorun mu var yoksa?"

Güldüm. "Hayır, dersler yoruyor sadece," diye söylendim, çok çalışıyormuşcasına.

İç sesim alayla kıkırdadı. Küçük at da kuşlar yesin şekerim!

Merve, boş kahvaltı tabağını kaldırmak için ayaklandığında, onunla birlikte kalktım. Tabakları lavaboya bıraktık. Merve kendisine bir bardak su doldurup içmeye başladı.

"Ben de susadım," deyince, bardağından bir yudum daha alıp, gerisini bana verdi. Güldüm ve sudan yudumladım ben de.

Merve esnedi ve içeri ilerledi. Ben de onu takip ettim. Odasına girip, yatağına atladı ve yanını işaret etti. "Gel, güzel sevgilim," gülümsedi. Odası yoğun bir şekilde papatya kokuyordu. Parfümü öyle müthişti ki... beni bulutların üzerine fırlatıyordu adeta. Afrodizyaklı mıydı lan bu?

Yanına kıvrıldım yatakta. Bana kollarını dolayıp, başımı göğsüne bastırdı. Çıkan tek ses, nefes alışverişimizdi. Bir anda, Merve'nin dudaklarını başımda hissediverdim. Kokumu içine çekti ve bana sıkıca sardı kollarını. İçim ürpermişti. Beni kimse böyle sevmemişti daha önce. Başımı kaldırdım ve dudaklarımı dudaklarının üzerine kapattım. Öpüşüme hemen karşılık verdi. Ani bir hareketle, üzerine çıkarak kucağına oturdum. Yaşadığım kalp sızlamasından ötürü her ne kadar kabul etmek istemesem de, özlemiştim tenini, kokusunu, dokunuşlarını...

Masum öpücüğüm, şehvetli bir hal alırken, kalçamı kucağında ileri doğru sürttüm. Tam o anda Merve sessizce inledi. İniltisi, kulaklarıma bir müzik gibi gelmişti. Onun inlemesiyle, benim de dudaklarımdan bir mırıltı kaçıverdi. Merve nefesini sertçe havaya karıştırdı. "Daha erken," zorlanarak fısıldadı, "kendimi affedemiyorum. Cezam bu olsun. Duralım," önüme düşen kırmızı saç tutamlarını kulağımın ardına sıkıştırdı ve beni tekrar öptü, "ben seni çok seviyorum. Az zamanda, nasıl da girdin kalbime böyle, benim de aklım almıyor," nefesini üfledi, "ama seni çok seviyorum," diye tekrar etti ve gözlerimin içine baktı. Rengi kararmıştı irislerinin; kahverengiye çalıyordu tonu. Göz bebekleri iri iri olmuştu. Çillerini sayabilecek kadar yakınımdaydı yüzü. Sikeyim ya, onu istiyordum. Bana karşı adım atsa, kendimi durduramazdım. Ancak, bana tekrar aynı şeyleri yaşatmayacağını kanıtlamak istemesi de kalbimi okşuyordu. Belli belirsiz gülümsedim. Yaklaşıp, son defa beni şefkatle öptü. Tekrar yanına yattım ve başımı omzuna bıraktım. Merve derin bir nefes aldı. "Çok güzel," dedi yavaşça, "kokunu seviyorum."

📚Hon'ya ⚢Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon