"Asenacığım, Sıla'nın kızı da orada çalışıyormuş," diye anlatmaya devam ediyordu annem, aynı zamanda kulağı da arkasında duran televizyonda konuşan haber spikerindeydi. "İş tecrübesi arıyordun. Meryem ile konuş, belki ayarlar bir şeyler."
Esnedim yorgunca. Odam, gri duvarlarına kadar bilgi fışkıran, minik post-itlerle kaplıydı. Sırf Marmara Üniversitesi'nde Hukuk okumak istiyorum diye götümü yırtıyordum ve annem bana biraz sorumluluk katar umuduyla çalışmak için aptal bir kitapçıyı öneriyordu. Belki beleşe kitap alabilirmişim de işime yararmış okulum için. Pes yani anne, diye söylendim kendi kendime. Sen de amma sinsiymişsin. "N'apacağım orada ya?" deyip kolamdan yudumladım. Kitaplarla aram vardı var olmasına da, biraz daha eğlenceli ve sesli bir çalışma mekanı kişisel tercihimdi. Babamdan çekinmesem gider bar kafe tarzı bir yere bile başvurabilirdim Kadıköy'de; azıcık içer azıcık garsonluk ederdim. Mis gibi iş be!
"Kızım, sen de ne beğeniyorsun ki zaten?" dedi Batuhan hemen araya damlamaktan çekinmeden, "mırın kırın edeceğine git bir dene, gör. Sorumsuzun tekiyim, niye böyleyim diye ağlıyorsun sonra da salak salak."
Öfkeme hakim olmak için göz devirmekle yetindim. Büyük kardeşler neden böyle çok bilmişti acaba? Hani topu topu beş sene fazla yaşamışsın, neyin bilgeliği?
Kendime fazla gaz vermiş olmalıyım ki tutamadım aklımdan geçenleri. "Pardon da bunu sen mi diyorsun? Kaç yaşına geldin, hala ufak veletler gibi video oyunlarıyla-
"Şşt!" Babam kaşlarını çatarak, gazetesinin ardından bize dikti korkunç bakışlarını, "iki dakika kafamı dinliyorum şurada. Kavga etmeyi kesin."
Böylece susup sindik yerimize. İştahım kaçtığından, yarısı yenmiş tavuklu pilavı çöpe döktüm ve hızlıca kalktım yerimden. "Ben ders çalışacağım," diye söylenerek salondan ayrıldığım gibi de koridorun ilerisinde kalan odama yöneldim. O arada da annemin sesini duydum uzaktan. "Fatih, kocaman oldular. Ne diye çocuk muamelesi yapıyorsun şunlara hala?"
Odama girer girmez çalışma masama yöneldim ve istemeye istemeye LYS test kitaplarıma gömüldüm. Bir yandan da kulaklıklarımı taktım ve telefonumdan Evden Uzakta'nın Dün Gece adlı parçasını açtım; müziksiz odaklanamıyordum da ben. Dedim ya, ses lazımdı bana yahu! Ne halt yiyecektim o kitapçıda Allah aşkına? Gerçi annem de çok inatçı kadındı; işin sonunda kesin ikna edecekti beni orada çalışmaya.
Tarih testleriyle yoğrulan beynim, isyan edercesine beyaz bayrak sallamaya başlayınca, gerinerek, önüme düşen kırmızı saçlarımı kulağımın arkasına ittim. O esnada sıkıntıyla telefonumu elime alıp What's App'e girdim. Yeni mesaj yazmam için rehberimden Dilruba'nın ismini aradım. Bulduğumda resmine bakacaktım ama profili boştu. Hayret, engel mi yemiştim kızdan yoksa?
Ben:
Dilruba naber
Mesaj tek tik gitti. İç çektim. Komşumun kızıyla da yiyiştiğime göre hayatım iyice rayından çıkmış olmalıydı. Hayır, ne diye içkiliyken beğendiğin kızın tekiyle sigara içersin ki gece gece? Nasıl bakacağımı bilmiyordum kızın suratına.
Mesajıma geri dönmedi ya da sahiden de engellemişti beni. Gözüm masanın köşesinde duran kulaklığa kaydı. Ona yere düşürdüğü kulaklığını vermeye giderken düzeltirdim aramı herhalde, diye umdum. Kaç senelik komşumdu kız; yok yere gerginlik oluşmasın istiyordum aramızda. Göz göze geldiğim biriydi sonuçta.
Kafama üşüşen düşüncelerimden kurtulmak istercesine bir kez daha okudum önümdeki test sorusunu. Daha sonra iyice mayışıp kitabı kapattım ve uyuma kararı aldım. Eh, o arada da kabul etmiştim kendi kendime. Yarın şu kitapçıya uğramak için sabahın köründe uyanacaktım; maksat sorumluluk kazanımıydı.
Gördünüz mü? Annem telepati gücüyle etkiliyordu artık beni.
YOU ARE READING
📚Hon'ya ⚢
Teen Fictionİşi almam uzun sürmedi. Kitapçıyı işleten, Alya Kızıltan isimli genç bir kadındı. Yeni açmış burayı, bir sene olmuş daha. Çalışan aranıyormuş hala da. Üzerime kitapçının adı -Hon'ya- ve logosunun baskısıyla süslü bir tişört verdikten sonra hazırdım...
