37 🌸 zehrimi aldı kokun, ben yine sen oldum 桜

Începe de la început
                                    

Dikkatli adımlarla boşluk bulduğu yerlerden ilerlerken, bir süre sonra boş olan beton kısma ulaşabilmişti. Salonu kaplayan eski koltukların çoğu sökülmüş, yarısından fazlası da iskeletten ibaret kalmıştı.

Jimin, içinde yükselen rehavetle baş etmeye çalıştıkça, gözlerini yakan, yangını an be an tekrardan yaşatan bu zehirli havayı daha çok solumak zorunda kaldı. Adım attıkça zonklamaya başlayan başı ona en kötüsünden ihanet ederken, hala daha atlatamadığı baş ağrısı katlandıkça katlandı. Adımlarını durdurup gözlerinin birleştiği noktayı sıkarken, midesi delicesine bulanmaya başladı.

Hayır, çoktan biten ve üzerinden belki de yıllar geçen bir yanmış bina onu zehirleyemezdi. Başka bir şey vardı, onu rahatsız eden, başını bu denli ağrıtan başka bir enerji vardı bu binada.

Jimin önce "Sujin!" diye seslendi yavaşça boşluğa. Telefonundan aramaya çalıştı numarayı fakat ulaşılamadı. Gözleri umutsuzca etrafını yoklarken, flaş tutup aydınlattığı hiçbir yerden de yanıt alamadı. Biraz daha yürüyüp yangından yarı sağ kurtulan sahneye tek bir hamleyle çıkana kadar seslenmeye devam etti Jimin. İçinden bir ses oyuna getirildiğini söylese dahi, imza salonunda gördüğü o kişiyi unutamıyordu. Kim, neden, nasıl onu taklit edecekti aklı almıyordu.

İnanmaya devam etti, gözleri acıdan yaşarana kadar Jimin. Ta ki o daha arkasını dahi dönmeden, çelik kapının hızla kapanıp iki sarı ışığın üzerine şimşek gibi çakışına kadar... Jimin arkasını hızla döndüğünde, kamaşan gözleri ve aklının bulanmamış kısmı karşısında dikilen kişinin Sujin olmadığını ona gösteriyordu.


🌧



Telefon konuşmasının hemen ardından, Jungkook'a iyi hissetmediğimi ve bu yüzden Jimin'i arayamayacağımı söylemiştim. Bunu yapmak zorundaydım, çünkü eğer yapmasaydım ve o şimdi benimle burada olsaydı, Lissie Jimin'e zarar verecekti. Onun derdi benimleydi, bir başkasını daha riske atmam imkansızdı.

Telefondaki konuma ulaşır ulaşmaz, yol boyunca gaza basmasını söyleyerek başının etini yediğim taksiciye parasını verip arabadan atlarcasına indim. Yaklaşık beş dakika önce başlayan yağmur şimdi daha da hızlanmış, üzerimdeki kabanın su çekmesine aldırmadan beni sırılsıklam etmeye ant içmişti. Kondisyonuma aldırmadan koşar adım eski konservatuar salonunun kapısına ulaştığımda, kafamdaki berbat ve korkutucu düşünceler cirit atıyordu.

Bu binanın yangına teslim olduğu günü dün gibi hatırlıyordum. İçindeki on gencin konser çalışmaları sırasında zehirlenerek can verdiğini, onun ertesinde yaşanan üzücü zamanları biliyordum. Unutamıyordum o haberi, acıyı, kabusu, çünkü bizimle yaşıt küçücük bedenlerdi onlar. Ve Lissie'nin burayı ne amaçla seçtiğini algılayamıyordum. Benden, Jimin'den ve bu salondan ne istediğini anlayamıyordum.

Bacaklarım soğuktan titrerken, son kez toprak kokusunun karıştığı soğuk oksijeni, sanki bir daha hiç alamayacakmışımcasına kocaman çektim ciğerlerime. Çelik kapıyı birkaç kez zorlayarak açtığımda, güçlü bir fırtına esti. Dalları ağaçlarından koparacak, otları toprağın bağrından söküp atacak kadar güçlü olan bu fırtınanın bana haykırdığını işittim. Sanki adımlarımı durdurmak istiyordu. Beni dışarıda tutmak, kötü giden bir şeylerden korumayı diliyordu.

Fakat ben de Jimin'i korumayı istiyordum delice. Bir deli fırtına gibi esip, onu güçlü bir şekilde uyarmak, karanlıktan aydınlığa savurmak istiyordum.

İçeri adımımı atar atmaz tuttuğum çelik kapı fırtınanın hiddetiyle sesli bir şekilde kapandı. Kalbim göğüs kafesimi parçalarcasına hızlanırken, burnuma dolan yoğun duman kokusu güçlü bir şekilde midemi bulandırdı. Anında, bu kadar etki gösterebilen şey, yanık bir binadan kaynaklanıyor olamazdı.

cherry blossom | pjm Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum