26 🌸 la vie en rose 桜

4.6K 381 755
                                    

"Bakışlarımı kaçıran gözler,
Dudaklarında kaybolan gülüş,
İşte ait olduğum adamın rötuşsuz portresi.
Ben onun kollarındayken,
Kulağıma fısıldadığında,
Hayatı toz pembe görüyorum."



İnsanların kendilerini kaybettikleri vakit, yoğun müzik temposundan gecenin davetkar sessizliğine doğru koşuyorduk. Elimi tutan soğuk elinin verdiği güvene sığındığım bu anlarda kanıma karışan alkol yüzünden hareketlerim pek de kontrolüm altında sayılmazdı. Song Bo Ra'nın nasıl tanıdığını, bu durumu kullanıp kullanmayacağını dahi bilmezken, balodan kaçarak eline çok büyük bir koz vermiştik. Ancak orada durup, aptal bir oyun oynamanın da bir manası yoktu. Hele ki, o kadar insanın içerisinde ifşa olma durumu varken, en azından yalnızca bir kişinin insafına kalmak çok daha kolaydı.

Salonun giriş kısmından çitleri dolanarak ağaçlık yola giden asfaltta koşmaya devam ederken topukluların gazabına uğrayıp ayağımı burktum. Hissettiğim acıyla birlikte inleyerek elini bıraktığımda, endişeyle dolan gözlerini üzerime sabitleyip hızla aramızdaki mesafeyi kapattı.

"İyi misin?" diye telaşla sorarken, bacağımı tutarak "Ayağımı burktum sanırım." diye yanıtladım. Daha fazla bir şey sormadan tek dizinin üzerine çöküp topuklularımın ince bağcıklarını çözerken, sabit kalmaya çalışarak omzuna tutundum. Ayaklarımı nazikçe eziyet aletlerinden kurtardığında teşekkür edip tekrar yürümeye koyuluyordum ki, ayağa kalkıp elimi omzuna yerleştirdi ve diz kapaklarımın altından kavrayarak tek hamlede beni kucağına aldı. Aniden kendimi havada hissettiğimde şaşkınlık dolu bakışlarla süzdüm güzel yüzünü. "Ben, yürüyebilirim." diye gevelerken umursamadan parmaklarında topuklularım sallanırken, okyanusa giden küçük yolda yürümeye devam etti.

"Ayağını burktuğun için taşımıyorum seni." dedi yüzüme bakmadan. "Yürüyemeyecek kadar sarhoş olduğun için taşıyorum." Kollarımı ensesinde birleştirmiş, yumuşak yüz hatlarını incelerken bakışlarını bana çevirip gözlerimizin buluşmasını sağladı. Ardından bir anda dudaklarıma eğilip öpecek kadar yakınlaşırken nefesimi tuttum ama dudakları değmeden geri çekildi. "Tanrı aşkına Sujin, ben gittikten sonra bir kadeh daha mı içtin?" diye sordu kızgınlıkla.

Öylesine öpülesi gözüküyordu ki, dudaklarımdan dökülen kıkırtıları engelleyemedim bir an. Bana kızgınken çok ama çok çekici oluyordu. Ya da benim beynim şu anda farklı bir boyuta geçmiş, yalnızca onun yaptığı en ufak harekete dahi sersefil aşık oluyordu. "Evet!" dedim heyecanla. "İçtim, ne olmuşşş?"

"Senin bünyen kaldırır mı sandın?" dedi bu sefer. Kafasının ardından görünen gökyüzü yıldızlarla kaplıydı. Yüzümde gülücükler açıyor, bu da belli ki onu daha çok kızdırıyordu ancak ne yapayım, kontrol edemiyordum. "Bir de hala gülüyor!"

İşaret parmağımı gökyüzüne çevirirken, "Capellaaağğ!" diye bağırıyor, kahkahalar atıyordum. "Ben bir capellaağğyıım... Jimin'imin capellaasııı~" Jimin, söylene söylene yürürken, tekrardan ona dönerek yanağını sıktım ve "Sen büyüdün de kas mı yaptın bakayım?" diye sordum alayla. "Haniymiş benim küçük Minmin'im~ Beni hiç zorluk çekmeden taşıyıp bir de kızar mıymı-"

"MIN SUJIN!" diye lafımı böldükten sonra, bir anda aşağı eğilip popomu yerle buluşturdu. Ellerimi iki yana koyup geldiğimiz yerin kumsal olduğunu anladığımda neşeyle ellerimi çırptım. Kumlar oraya buraya sıçrıyor, üzerimi mahvediyordu. Ama umurumda değildi.

"Sen..." dedi ellerini saçlarının arasına daldırıp. "Beni her anlamda çıldırtıyorsun."

Elimi ağzıma götürüp muzır bir kahkaha attığımda o da dayanamayıp gülüşlerime katıldı ve ayakkabılarımı kenara bırakıp yanıma oturdu. Artık taşıyamadığım başımı omzuna dayadığımda ılık bir rüzgarın esintisiyle, okyanusun o tanıdık mis kokusu tüm güzelliğiyle burnuma doldu. Dalgaların melodik seslerini bozan Jimin, "Sana ben yokken içki içmeni yasaklıyorum." dedi sakinlikle bezelenmiş uyarı dolu bir ifadeyle.

cherry blossom | pjm Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin