36 🌸 nefesinden tanırım seni 桜

Start from the beginning
                                    

Muntazam bir güç kaynağı, huzur senfonisi ve ritmik mutluluk dalgaları...

Üzerime giydiğim bol siyah kaban, pantolon ve başıma geçirdiğim siyah şapka beni kamufle etse de, bu yüzük tek başına benim kimliğimdi. Ve ne yazık ki, bugün kimliğimi ardımda bırakmak zorundaydım. O ardımda kalmalıydı ki, veda edebilmem, ona son kez bakabilmem, ellerini tutabilmem, sesini duyabilmem mümkün olsun.

Çıkarmaya çalıştım yüzüğü. Fakat hamileliğin etkisiyle etlenen parmağım ısrarcıydı kimliğimi bana vermemeye. Daha çok çabaladım fakat bu çabam, canımı daha çok acıtmaktan öteye gitmedi. Pes edip salona geçtiğimde, Rae Yun'un çoktan hazırlanmış, hatta ayaklarını Myung Soo'nun kucağına yerleştirip keyifle televizyon izliyor olduğunu gördüm.

Tam karşılarına geçip görüş açılarını kapayana kadar beni fark etmemişlerdi bile. Rae Yun sonunda ilgisini çekebilmişim gibi bakışlarını bana çevirdi. "Hazırlanmışsın siyah keçi. Ne kadar az sürdü öyle... Ben senden bir üç saat daha beklerdim."

Omuzlarımı düşürüp yaptığı iğnelemeyi göz ardı etmeye çalıştım. "Biz iki kişiyiz şapşal. Ondan uzun sürüyor."

Dediğim şeyle birlikte kahkaha atan Myung Soo, "Bence sen Amerika'ya gitme Sujin." dedi. Elleriyle bir pislikmiş gibi Rae Yun'un kırmızı çoraplı ayaklarını itekledi. "Bu çöp torbası gitsin."

Hışımla koltukta dikleşen Yun aldığı kırlenti onun kafasına geçirirken, kuduz bir köpek kadar kızgın görünüyordu. "Gerizekalı! İkiniz de burada kalın diyeceğine beni postalamaya çalışıyorsun." Ayaklarıyla Myung Soo'yu tekmelerken, "DEFOL EVİMİZDEN BOK ÇUVALI!" diye çığırıyordu.

İkisi hala daha sevgili sıfatını kendilerine yakıştırmasalar da, uzun bir süredir bu tarz bir ilişki içindelerdi. Tartışmalı, dövmeli, hakaretli ama bir o kadar da aşk dolu bir ilişki... İmreniyordum, birbirlerine çok yakışıyorlardı. Üstelik ikisinin de karakteri birbirinden güzel, altın gibiydi.

Yun tüm çirkefliğiyle, masum saman beyni hırpalarken daha fazla seyirci kalamadım ve çoktan şişmiş parmağımı göstererek, "Suç ortakları!" diye seslendim. "Acil bir durum var..."

Tam Myung Soo, Yun'un en sevdiği küpesini kulağından çekip alıyordu ki, onlara seslenmemle ikisi de aynı anda bana döndü. Yun elimin halini görür görmez Soo'nun elini iterek ayağa kalktı ve kaşlarını çatarak, "Kangren olmuşsun aptal!" diye beni azarladı. "Kerpetenle falan sökseydin bari az gelmiştir."

"Çıkar sandım." diye mırıldandım dudaklarımı büzerek. Ufak, yaramaz bir çocuktan farkım yoktu şu anda. Bu nedenle Rae Yun bir taraftan söylenip diğer taraftan da beni odasına çekiştirirken ona karşı koymadım. Komodinin üzerinden aldığı kremi parmağıma sürüp yüzüğü dikkatlice parmağımdan çıkardığındaysa rahat bir nefes aldım.

"Aklıma gelmişti aslında." diye homurdandığımda alaycı bir gülüş koptu dudaklarından.

"Aynen Sujin aynen, ben de öyle diyordum güzelim."

Ardından içi gidiyormuş gibi moraran parmağıma bakarken üzüntülü gözlerini gizleyemeden bana baktı. "Gerçekten gitmek zorunda mısın? Ya seni tanırsa? Senin sesinin titreşimlerini kendisininkinden daha iyi tanıyan biri o, kaçabileceğini mi sanıyorsun?"

Omuz silktim. Bunu ben de düşünmüştüm fakat konuşmak zorunda değildim. "Hayır." diye sızlanarak kafamı salladım. "Onunla fazla konuşmayacağım. Üstelik maskeden sesim daha bulanık çıkacaktır..."

Yun kremin kapağını kapatıp yerine geri koyarken yan bir gülüşle karşılık verdi. "Sen bile inanmıyorsun şu dediğine."

Cevap veremedim. Ne dersem diyeyim Rae Yun bu yapacağım şeyin beni incitmesinden korkmaya devam edecekti. Fakat göz ardı ettiği büyük bir ayrıntı vardı.

cherry blossom | pjm Where stories live. Discover now