3

109 33 5
                                    


Loş ışıkta uyandığımda gözlerim yorgunca etrafı izledi. Biraz bitkin hissediyordum, bedenim aynı şekilde yatmaktan kilitlenmiş olsa gerek, canım yanıyordu. Biraz hareketlenmek istemiştim fakat o gücü kendimde bulamadığım için bu eylemden vazgeçmiştim. Ellerim hafiften karıncalanırken dudaklarımın kuruluğu, ağzımın içine yayılıyordu sanki yavaşça.

Düşüncelerimin içinde etrafta göz gezdirdim. Sakin sakin ayılıyordum. Bir anda ayılmayı beklemiyordum zaten, bir şeyler olduğu belliydi. Kaşlarımı hafifçe çatarak düşünmeye çalıştım. Sabahtı, yarım tost yemiştim. Düşünceler yalnızlığımı örtemezken odada yalnız olduğumu fark ettim. Ardından ise Chanyeol'ün önünde yere düştüğümü.

Bileklerimdeki kan hala tazeydi zihnimde. Tam bu sırada başımı kaldırmış, bileklerime bakmıştım. Yeni sargılar vardı, benimkinden daha özenle sarılmış güzel sargılar. Fakat bir anlamı yoktu, odanın içinde yalnızdım. Normalde annemin burada olması gerekmez miydi? Fakat kötü düşünmek istemiyordum. Kötü şeyler oluyordu ama bir ihtimal bu kapının dışında endişeli bir anne görmek istiyordum.

Bu sırada kapı açıldı. Adım sesleri yaklaşırken gözlerimi o tarafa çevirdim. Uzun boylu adamı gördüğümde gözlerim hayal kırıklığıyla geri düşmüştü.

''Uyanmışsın.''

Hiçbir tepki vermeden öylece dururken doktor daha da yakınlaştı. Kolumdaki serumu çıkartırken, gülümseyerek konuşuyordu. Neden insanlar hep gülümsüyordu?

''Adın Baekhyun'du değil mi?''

Bu sefer zorunlu bir şekilde onu başımla onayladığımda tekrar konuştu. Sesi biraz gür çıkıyordu ve bu rahatsız ediciydi.

''Bir bakalım. Baekhyun, iyi hissediyor musun?''

Dürüst olmak yerine, yalanı tercih etmiştim. Başımla onu onaylarken serumu çıkardığı koluma minik bir bant yapıştırmıştı. Gözlerim yaptığı işlemi takip ederken anlık bir kararla başımı cama doğru çevirip geceyi izledim. Saat kaçtı onu bile bilmiyordum.

''Seni buraya bir adam getirdi. Kendisini Chanyeol olarak tanıttı. İlgili kişileri arayacağını fakat gitmesi gerektiğini söyledi. Ama şu saate kadar kimse gelmedi, ulaşabileceğim başka birisi yok mu?''

İşte tam olarak hayatım böyle bir şeydi. Görüşmek zorunda kaldığım her insanın başına belaydım ve öyle olmaya da devam ediyordum. Çünkü ben istenmeyen çocuktum. Çünkü ben sorunluydum. Çünkü ben sadece bir engeldim. Çünkü ben, ben yaşlı bir adamdım ve bu doğaya aykırıydı. İnsanlar genelde der ki, her şey yaşında yaşanmalı. Bebekken ağlamalı, öğrenmeli ve umursamamalı. Çocukken yaramazlık yapmalı, gençken hayat dolu olmalısın. Lakin ben ne çocuktum, ne de gençtim. Ben kendimi ölümünü bekleyen kimsesiz yaşlı insanlara benzetiyordum. Huysuzluk yapacak tek bir insana bile sahip olmayan sessiz yaşlılar.

Öyle ya da böyle doktor dikkatimi çektiğinde, başımı olumsuzca salladım. Genelde bunu sürekli düşünür ve inanırdım. Kimsesiz olduğuma, az önceki gibi. Fakat bunu hiç dile getirmek zorunda kalmamıştım. Ve açıkçası, dudaklarım aralandığında tıkanmıştım. Yorgun bedenime ağır gelmişti bazı sözler. Sadece güçlü görünmeye çalışan bir yaşlının yapabileceğinin en iyisini yaparak başımı kaldırdım ve doktorun yüzüne bakmadan tavanı süzdüm. Pürüzlü tavanın üzerinde küçük siyah bir leke vardı. Çok minik, çok çok minik. Belki de onu orada sadece ben görmüştüm.

''Bak Baekhyun, bana yardım etmelisin. Ücret için ve senin hakkında birilerine bilgi verebilmem-''

''Yok.''

ToprakWhere stories live. Discover now