1

191 35 16
                                    

Yeşil pijamalarımın içinde ne sıcak ne de soğuk diyebileceğim bir şekilde dururken, sessizliğin çığlıklarını bölecek kadar güçlü bir ses işittim bir anda. Kapım her zamankinden daha kararlı bir şekilde açılmıştı, bu bedenimin korkuyla titremesine neden olmuştu. Bir anlığına gözlerimi kapattım ve dünyayla olan bağlantımı yarı yarıya kestim. Ölüm de böyle miydi acaba? Gözlerimi kapattığımda bir ölü gibi görünüyordum, onlar da böyle minik roller mi yapıyordu yoksa? Odada bu kış soğuğunda bile istikrarla uçan sineğin rahatsız edici sesini, zayıf bedenimin üzerinde gezinen öldürücü gözleri.. Tıpkı şimdiki gibi hissediyorlar mıydı gerçekten? Öyleyse ölmek istiyordum, lakin hayallerimdeki gibi bir okyanusta değil. Bir çok balığın gözleri önünde ölemezdim. Belki bir uçurum diyordum lakin bir çok kuşun gözleri önünde de ölemezdim. Neden bu kadar kalabalıktı bu dünya? Yoksa bir tek bana mı fazlalık olarak görünüyordu her şey? Bunu daha sonra düşünmek için kendi kendime bir uyarı verdim lakin hatırlamayacağıma adım kadar emindim. Tıpkı annemin şimdi konuşmaya başlayacağını bildiğim kadar hemde.

''Baekhyun.''

Gözlerim zorlukla gerçek dünyaya geri açıldı. Önümdeki perde kalktığında direkt bana odaklanmış gözleri görmek, iyi hissettirmemişti. Bazen sadece sormak istiyordum, 'Neden beni rahat bırakıp o kas yığını herifle ortalıkta para harcamıyorsun?' diye. Fakat daha sonra düşüncelere dalıyordum. Harfleri birbirine karıştırıyor ve yeni kelimeler üretiyordum. O kelimeleri belirli bir sıraya koyup, farklı hayaller yaratıyordum kendime.

''Kalk ve hazırlan.''

Bu sefer üzerindeki gözlerime odaklandım. Ona boş boş bakıyordum fakat, şimdi bir anlam aramak için bakıyordum. Bana kalkmamı mı söylemişti? Doğru duymuştum değil mi? Yattığım yerde yutkundum. Yeşil pijamalarımın uzun kolları parmak uçlarıma kadar sarkıyordu ve yorgan dirseklerime kadar bedenimi örtüyordu. Annem, bordo ojesiyle süslediği uzun tırnaklarına dikkat ederek yorganımı kavradı. Hızlı bir şekilde çekerek bedenimi ortaya çıkardığında huysuzlanmıştım. Konuşmak için dudaklarımı aralayacaktım fakat yapmadım. Diyecek bir şey bulamadım. İtiraz etsem de gidecektim biliyordum. Daha önce de alışveriş için beni yanlarında götürmek istemişlerdi, fakat itiraz ettiğimde o kas yığınının sırtında bulmuştum kendimi. Şimdi hangi saçmalığa katlanacaktım bir fikrim yoktu. Ama yolda kendime bir avuç toprak alabilirdim diye düşünüyordum.

Annem üzerime siyah bir kot pantolon ve beyaz bir gömlek atmıştı. Evet, suratıma atmıştı. Daha sonra çekmecemden çıkardığı beyaz spor ayakkabılarımı ve kırmızı puantiyeli siyah çoraplarımı da yere atıp, odadan çıktı. Kaderime boyun eğerek ayağa kalktım. Üzerimdeki yeşil pijamanın düğmelerini teker teker açtım. Avuç içlerim yanıyordu, kendi kendimi yakıyordum. İrislerim bedenime her dokunuşunda kör olmak istiyordu. Geriye dönmek, hayatını karanlık bir şekilde devam ettirmek istiyordu. Ama bunların hiçbirisi gerçekleşmedi. Ben yeşil pijamalarımdan kurtuldum ve üzerime annemin fırlattığı kıyafetleri geçirdim. Parfüm kullanmayı sevmezdim fakat annem çoktan kıyafetlerime bir şişe parfümü dökmüştü anlaşılan. Rahatsız bir şekilde ayağa kalktım. Odamda bir tane bile ayna yoktu. Çünkü kendimi görmekten nefret ediyordum. Bu yüzden hazır olup olmadığımı umursamayarak odamdan ayrıldım. Kapımda bekleyen hizmetli odamı temizlemek için ardımdan girdiğinde omuzlarımı düşürdüm. Odama dokunmalarından nefret ediyordum.

Mermer merdivenleri sakince inerken gözlerimi parmak uçlarıma dikmiştim. Etrafa bakmak istemiyordum, küçüklüğümü yansıtan duvarları görmek istemiyordum. Kendimi mahcup hissediyordum. Ki merdivenleri bitirdiğimde karşılaştığım manzara olduğum yere kusmama neden oluyordu neredeyse. Annem, diğerinin kollarından ayrılırken, kaslı olan bana gülümsemişti. İfadesiz bir şekilde yoluma devam ettim. Annemin parmaklarını kolumda hissettiğimde ise yavaşlamak zorunda kalmıştım. Yavaşlamış ve koluma girmesine izin vermiştim.

ToprakWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu