30. BÖLÜM: "RÜYA"

2K 558 269
                                    

Medya: M83 - "Wait"

İsimlerini bir türlü hafızamda tutamadığım, yıllara meydan okuyan ağaçların dallarına konmuş olan baykuşlar, gündüzün kendini geceye teslim ettiği anı kaçırmak istemediğinden gözlerini olanca kuvvetiyle açıp içimi huzursuz edercesine ötüşüyorlardı. Hava iyiden iyiye kararmıştı. Arkamdan gelen ayak seslerine aldırmadan adımlarımı hızlandırdım. Bacaklarımı, kollarımı ve yüzümü yırtan dikenlere aldırmadan patika boyunca yürüdüm. Bir ara omzumun gerisinden arkama baktığımda çalılıkların arasından sendeleyerek yürüyen, Rüzgar'ı görünce durdum. Az önce arkamdan gelen seslerin Rüzgar'a ait olduğunu anlayınca derin bir nefes vererek olduğum yere çömeldim. Ayaklarındaki protezle beni buraya kadar takip etmesi, şaşırtıcıydı; yorulmuştu. Hızlı hızlı soluk alıp veriyor, bakışlarını üzerimden hiç ayırmıyordu.

"Haydi gel buraya gel oğlum."

Üzerindeki yorgunluğu hiçe sayarak yavaş yavaş bana doğru yürümeye devam etti. Ayaklarımın dibine geldiğinde tekrar uzandı. Çalılıkların ardından tekrar hışırtılar gelince, Rüzgar'ı bir çırpıda kucaklayarak yoluma kaldığım yerden devam ettim. "Buradan kaçmanın bir yolunu bulmalıyım. Galiba peşimizden geliyorlar, sakın ses çıkarma tamam mı?" diyerek gövdesi epeyce kalın bir ağacın arkasına saklandım.

"Hav hav!"

"Sana sus diyorum. Buraya yaklaştılar. İkimizi de öldürecekler."

"Hav hav!"

"Üzgünüm Rüzgar. Seni burada bırakacağım ve yoluma yalnız devam edeceğim." diyerek hızlıca ormanın içinde koşmaya başladım. Bacaklarımdan, kollarımdan ve yanaklarımdan süzülen kanlar midemi bulandırmayı başarmıştı. Ormanın derinliğinden ayyuka yükselen sesleri duymamazlıktan gelerek korkularımı bastırdım, ardından tekrar koşmaya başladım. Buradan kurtulacak ve özgürlüğüme kavuşacaktım. Midemin boğazıma baskı yapması ile birlikte öğürerek kusmaya başladım, başım dönüyordu. Sırtımı ağacın gövdesine yaslayarak bakışlarımı gökyüzüne çevirip sesli bir şekilde ağlamaya başladım. "Zihnimdeki dünyadan kurtulmak istiyorum. Allah kahretsin, ben buraya nasıl geldim? Nasıl?" diyerek bitkinlikle dizlerimin üzerine çömeldim. Parmaklarımı saçlarıma geçirdim ve çekmeye başladım. Acı, hissetmek istediğim sadece acıydı...

"Çiğsel? Ne olursun ses ver?"

Mert'in cümleleri yankılanıp duruyordu. "Ses ver, ses ver, ses ver..." Ağzımı açmaya zorlasam da dikenlerin çizdiği kollarımı görünce tekrar kusmaya başladım. Nihayet, bütün gücümü toplayarak boğuk bir sesle: "Mert." diye bağırdım. Ardından usulca beni bulmasını beklemeye başladım. Aradan geçen dakikalar, korkumu kat be kat artırıyordu.

Yaklaşık beş dakika geçmişti ama hala görünürde Mert yoktu. Karanlık, karanlıktı gördüğüm...

Kalbimi tekmeleyen korku aniden uyanmamı sağlamıştı, sırılsıklamdım. Yanı başımda usulca uyuyan Mert, aniden yataktan sıçramamla uykulu gözlerini açarak: "İyi misin hayatım? Ne oldu?" dedi telaşla.

"Kayboldum Mert. Kayboldum."

"Anlamadım ne oldun?" dedi esneyerek.

"Kayboldum diyorum sana! Kayboldum." deyip göğsüne vurdum hınçla.

Göğsüne yediği darbeyle, mahmurluğunu bırakarak: "Korkma bir tanem, sadece bir rüya." dedi ve bedenimi sarmalayarak: "Bak ben hep buradayım, seni asla yalnız bırakmayacağım." deyip saçlarımdan öptü.

"Ama gerçek gibiydi. Sanki iki hayat yaşıyorum. Gözlerim açıkken buradayım, gözlerimi kapattığımda başka bir dünyada..."

"Korkma bir tanem, sadece bir rüyaydı."

PARANOYAK (BİTTİ)Onde histórias criam vida. Descubra agora