3. BÖLÜM: "GÜN YÜZÜNE ÇIKIŞ"

7.7K 837 429
                                    

Işığa muhtaç bir şekilde yaşamımı sürdürüyordum. Perdeler daima çekiliydi. Sanki gökyüzü de bana kafa tutmak istercesine kopkoyu bulutlarla işbirliği yapıp zaten karanlık olan odayı iyice karanlığa çeviriyordu. Böyle havalarda içim sıkılır, göğsüme öküz oturmuş gibi hissederdim. Az sonra gök gürlemeye ve yağmur damlaları pencereyi dövmeye başladı. Biraz olsun bu iç bunaltan, kasvetli ve loş odadan kurtulmak için perdeyi sonuna kadar açtım.

"Sana perdeyi kapat diyorum! Kapat!" diye bağırmaya başladı, elindeki kalemi yere atarak.

Ellerim titreye titreye perdeyi kapattım. Ondan korkuyordum, sonuçta hastaydı; ne yapacağı hiç belli olmazdı. Bir tarafım ise şiddetli bir şekilde ona acıyordu.

Aşkın ve merhametin arasında gelgitler yaşıyordu zihnim...

Bir yanım kaç kurtar kendini bu ruh hastasının elinden diyordu, bir yanım ise onu yalnız bırakmamam gerektiğini söylüyordu. Sonuçta ağır basan tarafım onun yanında kalmayı tercih etmek olmuştu. İyi de kaçıp gidersem nereye ve kime gidecektim ki? Ailemi, insanların zihinlerini okumaya çalışan iblisler öldürmüşler. Öyle dedi Mert. O her şeyi biliyordu çünkü. Benden zeki olduğu tartışılamaz bir konuydu. Sürekli bir şeyler yazar, uzun uzun cümleler sıralardı defterine; defterinin kilidini ise boynundan hiç çıkarmazdı.

Yüzünün ve vücudunun yakışıklılığına rağmen elleri çok çirkindi. Ellerinin üzerinde tükenmez kalem izleri vardı, parmakları ise çok biçimsizdi. Mesela; işaret parmağı tombul, orta parmağının sol tarafı şişik, baş parmağının tam üzerinde neşter izi vardı. Garip ve ürkütücü biriydi. Yani dışarıdan. Bana göre dünyanın en korkak insanıydı.

Gök gürültüsünden ve kuşlardan korkan erkek mi olurmuş yahu?

"Gök gürültüsü içimi huzursuz ediyor, yağan yağmur da. Az önce sana kızdığım için özür dilerim küçük sevgilim." dedi sanki az önce sinirden deliren o değilmiş gibi.

Umursamaz bakışlarla gözlerimi herhangi bir yere diktim.

"Özür dilemekten başka bir şey yaptığın yok. Farkında mısın bilmem. Dolap bomboş!" dedim mini buzdolanının kapağını açarak.

"Üzgünüm, babamın hesabım yatırdığı paralar suyunu çekti."

"Bir işe girmeye ne dersin?"

"Ben hayatta çalışamam. Sokaklar tehlikelerle dolu. Ayrıca ben insan içine çıkamayacak kadar çirkinim. Toplum henüz beni görmeye hazır değil."

"Sana kim ne yapabilir, boyunu posunu gören de seni adam sanar be! İyi ben yarın gidip iş bakarım kendime. Seninle dört duvar arasında açlıktan ölmeye hiç niyetim yok!" dedim sinirle.

İşin garibi yakışıklıydı ve kendini insan içine çıkamayacak kadar çirkin görüyordu.

"Ayrıca eklemem gerekirse hiçte çirkin değilsin." demiştim de ne dedim ben ya? Hemen ellerimle ağzımı kapattım.

"Yakışıklıyım yani." dedi yüzüme merakla bakarak.

"İdare edersin işte, yoklukta gidersin." dedim, bana yakıştırmadığı cümlenin üzerine basa basa...

"Yoklukta gidersin işte..." diye tekrar ettim.

Hiç cevap vermeden tekli koltuğa oturdu. Ve ardından sanki önemli bir konuşmaya hazırlanıyormuş gibi işaret parmağını bana doğru uzatarak:

"Bak ÇİĞSEL! Seni son kez uyarıyorum. Beni aşağılayacak hiçbir cümle kuramazsın!"

"Ne yaparsın he ne yaparsın?"

PARANOYAK (BİTTİ)Where stories live. Discover now