Eslem'in gözünden

63 10 1
                                    

Başlangıçta hepimizin bir amacı vardı. Kazanmak. Hepimiz kazanmak için her şeyi yapardık. Okul yıllarımda en iyisi olmak isterdim hep. Öyle de oldum. Girdiğim her sınavdan birinci çıktım. Okullarımı birincilikle bitirdim. İstediğim meslek için her şeyi yaptım. Hayatımı bilime adamıştım. Küçükken oyuncağı bebek olan kızlardan değildim ben. Deney yapardım.
Küçüktüm daha ailem öldüğünde. Cinayete kurban gittiler ama herkes intihar ettiklerini zannetti. Ben biliyordum gerçeği işte ama hiç kimse inanmadı bana. Adli tabip otopsi sonucunda intihar olduğuna karar verdi. Belki de öyle karar verdirilmek zorunda kaldı. Ben biliyordum. İntihar değil cinayetti.
O gün karar verdim işte. Adli tabip olacaktım. Adalet için çalışacaktım ama her şey istediğimiz gibi gitmiyor.
Günün birinde Ozan diye bir adam çıktı karşıma. "Ailenin cinayete kurban gittiğini biliyorum. Onları öldürenlerin cezasını vereceğim. Tabii bana küçük bir iyilik yaparsan."
Gözüm kararmıştı. "Yaparım." dedim.
Beni buraya getirdi. Her şeyi anlattı. Özel güçleri, her şeyi. Esas amacını.
Beni Stephan ile tanıştırdı. "İşi ondan öğreneceksin." dedi. O günden sonra Stephan en iyi dostum olmuştu. Hatta tek dostum. Bu okul beni hayata bağlayan tek şey.  İşim ise yalan söylemek. Nereden geldiğim, ne yapmak istediğim, bunca şeyin sonunda ne olacağı ve neden herkesin burada olduğu ile ilgili.
  İstemesem de yaptım. Zorundaydım. Adalet için bunu yapmam lazımdı intikam için değil. Katillerin dışarıda başıboş gezmesi adil değil. Kötü biri olmak istemiyorum.
Her gün olduğu gibi bugün de düşündüm işte bunu. Telefonun çalmasıyla daldığım dünyadan çıktım ve kendime geldim. Arayan Stephan'dı.
"Efendim Stephan."
"Nasılsın?"
"Düşünceli."
"Sana kötü bir haberim var."
"İyi haber vereceğin zaman nasılsın diye sormamıştın zaten."
"Talimatların yazılı olduğu lacivert dosya odamda kalmış."
"Nasıl unuttun onu yaa."
"Rica etsem bakabilir misin?"
"Bekle telefonu kapama."
Odamdan çıktım ve Stephan'ın odasına gittim. Elimi cebime attım. Anahtarın cebimde olması lazımdı. Yoktu. Odama geri döndüm. Masamın üstünde duruyordu anahtar. Allah Allah dedim. Son günlerde çok dalgınım. Cebimden çıkardım herhalde diye düşündüm. Anahtarı aldım ve Stephan'ın odasına geri döndüm. Kapıyı açıp içeri girdim.
"Nerede dosya?"
"Kapının arkasındaki dolabın ikinci rafında lacivert dosya."
Dolabı açtım ama lacivert dosya yoktu. Dolabın diğer kapaklarını açıp karıştırdım ama hiçbir yerde yoktu.
"Stephan."
"Eslem"
"Stephan. Dosya yok."
"Ne?"
"Yok işte. Buraya koyduğuna emin misin?"
"Evet. Eminim."
"O dosya birinin eline geçtiyse mahvoluruz."
"Biliyorum. Bir şey olmaz ya. Alt tarafı Moon Labs'ten Amor indigentiam'ın formülünü alacağım. Zor bir şey değil."
"Bir şey olmaz mı? Ozan bunu öğrenirse seni öldürür."
"Öldürmez merak etme."
"Otopsini yapmak istemiyorum"
Telefonu kapattı. O dosyayı bulmam lazımdı. Ozan'ın adı ifşa olmamalıydı. Ayrıca biri amor indigentiam'ı bulursa bu çok kötü olur. O formül tüm dünyadan sevgiyi silebilecek güce sahip. Ah ah şu tüm dünyadan sevgiyi silmek nereden çıktı ki. Ben başında söylemiştim halbuki Ozan'a. Demiştim biri çıkar senden önce yapacağım diye hırslanır yapar demiştim. Ne oldu şimdi? Biri yaptı işte. Kafamı bunlarla yedikten sonra amaaan boş ver der gibi elimi salladım ve odamın içindeki kapının açıldığı esas odama girdim. Uzun boy aynasının önünde durdum. Gözlüğümü çıkardım. Aynanın dibine girdim ve kirpiklerimi inceledim. Ellerimle kaşlarımı düzelttim ve yüzümü incelemeye devam ettim. Aynaya baktıkça gülümsüyordum. Tek kaşımı kaldırıp poz vererek yüzümü süzüyordum. İçimden kendime iltifatlar ediyor ve kendime tekrar tekrar aşık oluyordum. Aynaya gülümsemeye devam ediyordum. Dışarıdan biri beni izlese büyük ihtimal kendini tutamaz gülerdi. Ne yapayım? Ben de böyle seviyorum. Kendimi sevmeyi seviyorum. Hem de aynaya baktığımda ailemi görüyorum. Babamın gözlerini, annemin burnunu... Onlara çok benziyorum ve aynaya baktığımda onlardan bir parça görmek beni mutlu ediyor. Bir de çok güzelim.
  Belki diğerleri gibi değilim. Farklıyım. Mezuniyetinde spor ayakkabı, kot ceket giymiş, yine de mezuniyet kraliçesi olma hayallerinden vazgeçmemiş bir kızım ben.Bu benim onlardan daha az kendimi sevmemi gerektirmez.
  Kendini sevmeyen insanlara üzülüyorum. Sonra bir de benim hayatım şöyle , benim hayatım böyle, yaşamak istemiyorum diye söyleniyorlar. Sevmediğin bir yüzle, sevmediğin biriyle hayat mı geçer?

Sabahın ilk ışıklarıyla odamdan çıktım. Bugün Stephan gelecekti. Gelmek için neden sabahın körünü seçti ben de bilmiyorum. Odama baktım. Her yer dağınık masanın üstünde dosyalar birbirine girmiş. Geri döndüğümde hallederim dedim ve odanın kapısını kilitleyip çıktım. Okul sessizdi. Neredeyse herkes uyuyordur şimdi. Okul kapısına doğru yürürken cebimden anahtarı çıkardım. Okulun büyük kapısını açtım ve dışarı çıktım. Her seferinde inanamadığım gibi bu sefer de hayretle bakıyordum etrafıma. Gökyüzündeydim. Muhteşemdi. Gökyüzünde asılı bir okul kimin hayali değil ki? Bu nasıl mümkün olur diye düşünürken aklıma Arthur C. Clarke'ın sözü geldi. "Yeterince gelişmiş bir teknoloji sihirden farksızdır." Gerçekten de öyle değil mi? Altmış yıl önce birine cep telefonlarını anlatsanız inanır mıydı? İnanmazdı tıpkı benim bu okula baktığım gibi hayretle bakardı işte.
  Okulun önündeki banka oturdum. Gökyüzünü seyrederek Stephan'ı beklemeye başladım. Beş dakika oldu ya da olmadı Stephan uçarak geldi. Yere ayak bastığında güneş gözlüklerini bir Hollywood yıldızının filme giriş sahnesindeki gibi gözünden çıkardı ve başına taktı.
"Günaydın." dedi gülümseyerek. "Hoşgeldin." dedim "Hadi içeri gel." Beraber içeri girdik. Onu burada görmek güzeldi. O buralarda değilken yalnız kalmıştım. Odamın kapısını açtım. Önden içeri girdim. Hemen masama yöneldim ve üstündeki birbirine girmiş dosyaları bir kenara ittim. Stephan masanın hemen önündeki sandalyeye oturdu. Kot ceketinin iç kısmından bir defter çıkardı. Masanın üstüne koydu. "Hepsi bu kadar mı?" dedim. "Defterin iç kısmında bir hard disk, bir de unutulmuş bir tebrik var." Defterin kapağı bir kutu gibi açılabiliyordu, hard disk de orada duruyordu işte. Stephan'a döndüm. "İşini başarıyla yapmışsın. Aferin." Stephan o sevmediğim gülüşünü yaptı ve açıklama kısmına geçti." Bu Zehra'nın defteri, yaptığı tüm karalamalar bunun içinde. Başka kopyası yok eminim." Zehra Moon Labs'in beyniydi. Ozan için de çok önemli biriydi. "Moon Labs'in ana bilgisayarındaki bütün formülleri, dosyaları o hard diske attım ve sildim." derken kendini övüyormuş gibi bir ruh haline girmişti. "Aferin." dedikten sonra defteri karıştırmaya başladım. Defterin bir sayfasında şöyle yazıyordu:
Ne olursa olsun, seni yeneceğim Ozan. Kızımı senden önce bulacağım ve ömrümün sonuna kadar onu senden saklayacağım.
Bunu Ozan'ın görmek isteyeceğine emindim. Sayfanın ucunu kıvırdım ve bakmaya devam ettim. Birçok formül vardı. Amor indigentiam formülünün olduğu sayfanın ucunu da kıvırdım. Sonra da Stephan'a dönüp " Birkaç saate Ozan gelecek. Bu defteri ona veririz." dedim. Başıyla onayladı.
  Sekiz buçukta uyanma zili çaldı. Tüm öğrencilerin sırayla yemekhaneye gitmelerini izledim. İşte Ashley geçiyor. O kız başımıza bir bela açacak hissediyorum.
  Tüm öğrenciler yemekhaneye girdikten sonra Ozan'ı beklemek için Stephan ile dışarı çıktık.
  Ozan da uçarak geldi. Bu okulda uçamayan bir ben kaldım dedim içimden. Ozan işine bağlı bir adamdı. Hal hatır bile sormazdı hatta. Önce işini görür sonra hal hatır sorardı.
"Defter nerede?"
Defter Stephan'daydı. Ona baktım. Bu sırada ceketinin iç kısmındaki bölümden defteri çıkarıyordu. Ozan'a uzattı.
"Efendim, ucu kıvrık olan iki sayfada bilmek istediğiniz şeyler olabilir."
Kıvrık sayfaları açtı. Zehra'nın yazdığı notu görünce küplere bindi.
"İleri gidiyor. Kızımı alıp yok olmak istiyorum."
"Az kaldı efendim."
"Eslem, bana kızımı göster."
"Şimdi yemekhanede efendim, eğer oraya giderseniz dikkat çekebilirsiniz."
"O zaman kamera kayıtlarını göster."
"Tamam efendim."
Hep beraber odama girdik. Ozan'ın gözlerinden ateş çıkıyordu, çok sinirliydi ama derinlerde bir yerde bir parça merhamet kızını görmek istiyordu. Bilgisayarı açtım. Stephan masanın önündeki koltuğa oturdu. Ozan yanıma geldi.
"İşte bu o."
Ozan'ın gözünden akan bir damla yaş bilgisayar faresinin üstünü ıslattı.

ÖZGÜR KAHRAMAN | #Wattys2017Where stories live. Discover now