Ashley'in gözünden

73 10 4
                                    

A S H L E Y L E N D İ N İ Z
Kolumdan çekerek getirdikleri koridorun ortasında kolumu sallayarak kurtuldum, kızın kolumu sıkan ellerinden.
       Hayır bunu yapmayacağım. Kötü emellerine alet olmak istemiyorum. Eğer Charlot ve Adrien bunu yaptığımı öğrenirse başım beladan kurtulmaz. Şimdi kendine gel Ashley. Kimse sana istemediğin bir şeyi yaptıramaz. İki kıza döndüm : "Bakın, bu istediğinizi yapamam tamam mı?" dedim. Siyah saçlı olan sırıttı: "Çok akıllısın biliyorsun değil mi? Biz söylemeden düşündüklerimizi anlaman çok hoş Ash. Ayrıca Üzgünüm ama küçük telepatik kız, okulda başka kimse zihin okuyamıyor." göz kırptıktan sonra Kızıl saçlı olan "Eğer yapmazsan..." dedi. "Tamam tamam yapacağım" dedim. Zaten zihnini okuyabiliyordum. Siyah saçlı olan iteklemeye başladı beni sırtımdan. "Hadi git. Charlot ve Adrien şu masada oturuyorlar. Bahse girerim ki hoşlandıkları kızlar hakkında konuşuyorlar. " kızıl saçlı olan kafasını uzattı. "Bence de . Hadi Ashley kimi sevdiklerini öğren." Kaşlarımı çattım. "Bunu yapmak istemiyorum ve zorla yaptıramazsınız." Kızıl saçlı olan kolumu sıkıca tuttu. "Bak Ashley seni liseden beri tanıyorum ve zorla birçok şey yaptın. Bu yapacağın da yaptıklarının yanında en küçüğü kalır." Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Yaptım. telepatik olarak kopya çektim. Zorla değildi ama yapmam lazımdı. Bunu kimse bilmiyor sonuçta. Zorla yaptığımsa daha farklıydı. Lisedeyken şişe çevirmece oynuyorduk. Cesaret demiştim. Neden demiştim? Ben de bilmiyorum. Yapmam gereken şey ise bir suçtu. Sınav sorularını çalmak. Kendimi tehlikeye atamazdım. Öğretmenin zihnini okuyarak sınav sorularını öğrenmiştim. Sonra da herkese söylemiştim. Eğer söylemeseydim, onların gözünde pısırık olacaktım -bunun bir önemi yok- ve beni okuldan attırmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardı -bundan emindim çünkü beni böyle tehdit etmişlerdi.- müdürün kızı bana en gıcık olan kızdı. Soruları ondan istemek yerine neden benden istemişlerdi onu da bilmiyorum ya. Düşüncelerime hapsolmayı bıraktım ve tüm özgüvenimle "Beni neden her istediğinizi yaptıracak biri olarak görüyorsunuz? Ben de sizler gibi bir bireyim ve seçme hakkım var." Dedim. Siyah saçlı olan gözümden süzülen tek damla yaşı parmağıyla sildi ve yere attı. "Yap hadi." Odaklandım. Şu anda Beyzbol maçı konuşuyorlardı. Kızlara dönüp bunu söyledim ama bana inanmadılar. "Niye inanmıyorsunuz beyzbol maçı konuşuyorlar işte. Çok istiyorsanız gidin kendiniz sorun kimi seviyorsunuz diye?" Kızıl saçlı olan kolumu tuttu. "Öğreneceksin, yoksa o çok sevdiğin yanından ayrılmadığın zavallı arkadaşın Belinda'nın canını öyle acıtırız ki bir daha o kum torbasını yumruklayamaz. Ki sen bunu zaten biliyorsun." Canımı yakıyordu o kadar sıkı tutmuştu ki kolumu. Tekrar odaklandım. Ben insanların şu anda düşündüklerini okuyabilirdim. Derin düşüncelerini değil. Olmadı. Yapamadım. "Üzgünüm ama ben şu anda düşündüklerini bilebilirim ve şu an da hoşlandıkları kızları düşünmüyorlar. " dedim ve yürüyüp gittim. Siyah saçlı olan arkamdan bağırdı: "Bunun bedelini ödeyeceksin Ashley." Yürümeye devam ettim. Ağlıyordum. Yapabileceğim en iyi şeyi yapıyordum işte. Ağlamak... Ağlamak bir çare miydi yoksa kaçış mı? Gözyaşlarının arkasına sığınmak mıydı çare? Yoksa herkesin beni güçsüz görmesi mi? Koridordaki tavana asılmış saat ve havayı gösteren dijital tabelaya baktım. Hava 21 derece. Peki ben neden bu kadar üşüyorum? Yanağımdan akan gözyaşı neden bu kadar sıcak geliyor bana? Etrafımdakilerin iç seslerini duymak istemiyorum artık. "Ah işte yine geçiyor." , "Kim onunla arkadaş olmak ister ki?" , " Keşke bu yanımızdan geçerken beynimizi kontrol altında tutmanın bir yolu olsaydı." , " Hey Ash, beni duyabiliyor musun? Pısırık ahahhaha" bunları duydukça koşmaya başlıyorum. Koş, Ash, Koş. İçimdeki çığlıkları bastırmaya çalışıyorum. Olmuyor işte. Tanımıyorsunuz beni. Hiç beni tanımaya çalıştınız mı? Kendinizden büyük ön yargılarınızı benden uzak tutun. LÜTFEN. Artık bıktım. Kimse gerçekten ne istediğimi bilmiyor. Keşke hiç gelmeseydim. Seneye üniversiteden mezun olacaktım ama şimdi yalnızlık kaplıyor her bir yanımı. Bana hiçbir şeymişim gibi davranmayın. Ben size ne yaptım? Kendimle konuştukça daha da kötü oluyordum. Çığlık atasım geliyor. Koşuyorum. En üst kata. Düşecek gibi oluyorum ama pes etmeden koşuyorum. İşte bir kapı. Terasa açılıyor. Kaçabileceğim tek yer diye düşünerek kapıya baktım. Aralıktı. Kapıyı açıp terasa çıktım. Kimse yoktu. Dizlerimin üstüne çöktüm. Ağlamaya devam ettim. Gözümün önüne gelen sarı saçlarımı geriye attım. Gözlerimin her ağladığımda olduğu gibi kıpkırmızı olduğunu hayal edebiliyordum. Ayağa kalktım. Güçlüyüm ben. Kimse beni küçümseyemez. Sizin gölgelerinizde saklanarak yaşamak istemiyorum. Yıldızların saklandığını gördünüz mü hiç? Keşke herkes kafamın içindeki sesi duysaydı. O zaman bana önemsizmişim gibi davranmayı keserlerdi belki. Bağdaş kurup oturdum yere. Gözlerimden akan yaşları silerken, gökyüzünü izliyordum. Kararmaya başlamıştı. Güneş mesaisini tamamlarken bize muhteşem bir renk armağan ediyordu. Bu sırada yanıma Steve geldi. "Sen de mi buraya gelirsin?" şaşırmış şekilde tek kaşımı kaldırarak baktım ona. " İlk kez geldim. Senin burada olduğunu fark etmemişim kusura bakma." Elimle kalan gözyaşlarımı sildim, artık ağlamıyordum. "Önemli değil" dedi Steve. "Çoğu kişi benim ortamda olduğumu fark etmiyor zaten." Steve'e baktım. "Keşke beni de fark etmeseler. Koridorda olan herkesin ben geçerken düşüncelerini okumayayım diye düşüncelerini değiştirdiğini fark edebiliyorum." Steve elini omzuma koydu. "Üzülme. Onların bu düşüncelerini değiştirebiliriz. Tabii birlik olursak." O bunları söylerken gülmüştüm çünkü çok önemli bir konuymuş gibi söylüyordu. Bu benim kişisel problemimdi ve kendimin çözmesi lazımdı. "Teşekkür ederim ama daha önemli konularımız var. Seni Antonio çağırmamış mıydı?" Steve ağzını yamultarak güldü. "Hayır. Sadece ortamdan sıyrılıp bir yere gitmem gerekiyordu." Gözlerimi devirdim. "Tamam kötü yalancı. Nereye gitmen gerekiyordu acaba?" Steve sağ işaret parmağını dudağına götürerek sus işareti yaptı. Sesini alçaltarak konuşmaya başladı. "Stephan'ın odasına gittim. Eslem'in yaptığı konuşmaların izlerini onun odasında da bulabilecek miyim diye merak ettim." Gözlerimin büyüdüğünü hissedebiliyordum. "Eee" dedim. "Bir şeyler bulabildin mi?" O pis sırıtışını yaptı. "Ehem. Birkaç dosyaya ulaşmış olabilirim. Mesela Stephan'ın hangi laboratuvardan formül çalacağını anlatan dosyalar gibi." Gözlerim büyümüş ve tek kaşımı kaldırmıştım. "İçeri nasıl girdin?" Kısa bir kahkaha attı. "Stephan'ın odasının anahtarının Eslem'de olduğunu öğrendim. Sonra biraz işin içine süper güç kattım. Tabii cebinden fark ettirmeden almak ayrı bir yetenek. " güldüm. "Peki, Stephan hangi laboratuvardan formül çalacakmış?"  Steve gözlerini devirdi. "Tebrik ettiğin için teşekkürler." Yine güldüm. "Tebrikler kahraman." Bu sefer Steve de güldü. "Rica ederim." Bu sırada omzuna taktığı, kahverengi postacı çantasından lacivert telli bir dosya çıkardı. "Her şey bu dosyada yazıyor. Laboratuvar adı: Moon Labs." Gözlerimi kısmış dosyaya bakıyordum. "Bu laboratuvar nerede?" dedim. "Laboratuvar'ın planı ikinci sayfada. Yani elimizde bina planı var ama nerede olduğunu bilmiyorum." Bina planında kırmızı ile yuvarlak içine alınmış bir kısım vardı. Parmağımı o noktanın üzerine koydum. "Çalacağı formül burada olmalı." Steve başını salladı. "Laboratuvar'ın kalbinde." Bir sonraki sayfayı çevirdim. Sayfanın başında Moon Labs 'amor indigentiam' planı yazıyordu. Altında laboratuvar'a nasıl gireceğini anlatan yarım sayfalık bir yazı vardı. Sonunda 'Görevli: Stephan Long' sayfanın sağ alt köşesinde de 'Ozan Aslan' yazıyordu ve üstünde bir imza vardı. Dosyada başka sayfa yoktu ve araştırmamız gereken bir sürü şey birikmişti.

ÖZGÜR KAHRAMAN | #Wattys2017حيث تعيش القصص. اكتشف الآن