26 🌸 la vie en rose 桜

Start from the beginning
                                    

"O zaman hep yanımda ol." dedim ben de. Aklıma başka türlü bir cevap gelmiyordu. Kolunu omzuma koyup beni kendine doğru çekerken, kollarımı beline doladım. Kimseciklerin omadığı bu koca kumsalda, yalnızca onunla olmak yıllardır hayalini kurduğum bir rüyaydı. Kokusunu içime çektim uzun uzun, gülümseyişlerim hep yüzümde takılı kaldı.

"Seul'e gel Sujin." diye bir teklif sunduğunda gözlerim kapandı kapanacaktı. Hemen kendime gelerek başımı kaldırırken, dikkatimi ilk kez çeken sol kulağındaki küpeye gitti elim. Siyah, küçük bir taş şeklindeydi. "Güzelmiş." dedim gözlerimi kısarak. Sonra kendi kiraz çiçeği küpemi tutarak hava atarcasına, "Ama benimki daha güzel, ezik..." diye mırıldandım.

Tekrardan yüzüne koca bir tebessüm dolduğunda, ben daha ne olduğunu anlayamadan dudaklarıma eğilip, o güzel pamuk dudaklarını benimkilerle buluşturdu. Saniyeler içerisinde geri çekilip çenemden tutarken, gözlerini gözlerime sabitliyor, alkolün etkisinden mi yoksa tamamen kendi etkisinden mi anlamam, yüreğimi yangın yerine çeviriyordu. Alev alev yanıyordum.

"Sen güzelsin asıl." dedi fısıldarcasına. "Yanıma gel Su-ah."

Muhteşem çene hattıyla bezenmiş yüzüne götürürken elimi, kafam uzun aradan sonra ilk kez kontrolüm altına girmiş gibiydi. "Ben..." dedim gülümseyerek. "Yanına geleceğim."

Ardından tekrar öperken dudaklarımı, bilincimin kapandığını dahi anlayamamıştım. Gözlerimi saniyeler içerisinde açıp tekrar kapadığım süre boyunca en son gördüğüm, gömleğiyle kalmış Jimin'in ayağa kalkmış telefonunda biriyle konuştuğuydu. Ağzından çıkan Rae Yun ismiyle son bulan duyularımıysa, üzerime serdiği ceketine daha çok sokulup kumların üzerinde uykuya dalmamla sonlandırdım. Mezuniyet gecem, mükemmeldi.

Eşsizdi Jimin.

Gözlerinden hiç eksilmeyen çocuk ruhuna, gülüşlerine salkımlanan güzelliğine, aldığı nefese kadar bambaşkaydı her şeyden. Şiir gibiydi, her bir satırına işçilikle dokunmuş kafiyeleri vardı. Kelimeleri ruhuna değin upuzun bir yol alır, keskin virajlarını masumiyetiyle yumuşacık ederdi. Hiç eskimeyen bir şarkıya benzeyen sesi, dilinden dökülen bir harfle dahi nasırlarla kaplanmış kalplere can verirdi. Derin ama merhametli, uzak ama sımsıcaktı.

"En sevdiğin şarkıyı çal." Köşede duran akçaağaç gövdeli siyah akustik gitarı alıp bana doğru uzatırken gülüşü baharlar yaşatıyordu. Dün geceki kaçışımızın ardından yaşadıklarımız beynimde parça parça dahi olsa, huzuru her noktasına kadar hatırlıyordum. Öpüşlerini, ona sığınmama izin verişini ama en çok da kokusunu.

Uzattığı gitarı elinden alıp süt beyazı çalışma masamın üzerine çıktığımda o da yanı başındaki geçen ay aldığımız çift kişilik bazaya oturdu. "En sevdiğim şarkı değil ama yeni öğrendiğim ve şu aralar üzerinde çalıştığım bir şarkı olsun mu?"

Kafasıyla beni onaylarken gülümseyerek, "Olsun." dedi. Artık ayrılık olmayacağını, yaşadığı şehre taşınıp ona en yakın üniversitenin seçmelerine katılacağımı söyleyen bu eşsiz adam her seferinde beni daha çok kendine bağlıyordu. Geçmişimin en güzel yılları, çocukluğumun özlemi ve aradığım anne şefkatiyle sarmalanmış gülüşleriydi.

Akorları aklıma getirmeye çalışarak birkaç deneme yaptıktan sonra bacaklarımı üst üste atarak gitarı konumlandırdım ve beni dikkatle izleyen çehresine bakıp çalmaya başladım. Şarkı aslen Fransızcaydı ancak ben İngilizce versiyonunu çok daha fazla seviyordum.

Beni öptüğünde cennet iç çeker.
Ve gözlerim kapalı olsa bile, toz pembe bir hayat görürüm.
Beni bağrına bastığında, dünyam alt üst olur, güller açar.
Ve sen konuştuğunda, melekler şarkı söyler.
Sıradan günlük sözcükler, aşk şarkılarına dönüşüverir.
Bana kalbini ve ruhunu ver, hayat bize her zaman toz pembe olsun.

cherry blossom | pjm Where stories live. Discover now