24 🌸 kaç bahar geçti üstünden 桜

Magsimula sa umpisa
                                    

Okul çıkışı bindiğim Gubongsan yönüne giden otobüsten indikten sonra, adımlarımı koruluğun sonunda yer alan mezarlığa çevirdim. Yaklaşık on dakikalık yürüme mesafesini tamamlayıp mezarlığın demir kapısına ulaştığımda ellerim titriyordu. Bacağıma çarpan poşeti daha sıkı kavrayıp içeri girdim ve güvenliğin yanından geçerek annemin yattığı yere doğru yürüdüm. Uzun zamandır uğramadığım bu devasa yerin hain bakışlarını üzerimde hissediyordum sanki. İçlerinden özellikle bir tanesi beni azarlıyordu ama kıyamadığı için sesini alçak tutuyordu.

Onu gördüm sonra. Beşinci sıradan en baştaki yerinden bana gülümseyen bir ışık saçıyordu. Yaklaştıkça görüş açıma giren toprağının üzerine yeni bırakılmış dört karanfil süslemişti onu. Kırmızı bir elbise giymişçesine yakışmıştı. Anlamıştım o an, en sevdiği çiçekleri ona sunan babam benden çok daha erken uğramıştı kalbinin diğer yarısının yanına. İç çekerek kahverengi tülü elimi kaşındıran kırmızı karanfil demetini beyaz granitin kenarına iliştirdim ve diğer taş kısma oturarak elimdeki poşeti önüme koydum.

Hafif çimler filizlenen nemli toprağını elimle okşarken gülümseyerek "Merhaba gün ışığım." dedim. "Ben geldim. Senin Suzy'n geldi."

Tek bacağımı kendime çekerek sırtımı isminin yazılı olduğu taşa yaslarken derin bir iç çektim. "Beni özledin değil mi? Geç kaldığım için özür dilerim. Fakat biliyorsun, burası biraz uzak ve ben artık lisedeyim." Ardından bana kaş çattığını görmüşüm gibi ellerimi hayır anlamında salladım. "Hayır hayır, sana vakit ayıramadığımı ima etmiyorum! Sadece, bilirsin buraya gelmek için pek güçlü değildim."

Yanağımda hissettiğim sıcak yaşı elimin tersiyle silerken kıkırdadım. "Tamam, yine batırdım sanırım. Daha fazla konuşmamam lazım."

Serin bir rüzgar estiğinde hafifçe titredim. Elim boynumdaki boşluğa gitti bir anda. "Ayrıca bugün kolyem koptu. Fakat endişelenmemize gerek yok anne, saman beyin adında iyi bir arkadaşım, babasının onu benim için tamir edeceğini söyledi."

İlerleyen dakikalarda ona bir sürü şey anlattım. Jimin'in bir müzik grubu için ayrıldığını, yeni arkadaşlar edindiğimi, barınakta köpeklere baktığımı ve kafesini devralan Yoora ablaya yardım ettiğimi ve hayatımı kaplayan daha birçok şeyi. Ardından poşetin içerisinden en sevdiği frambuazlı pastayı çıkarıp üzerine mumları diktim ve rüzgarın sürekli söndürdüğü ateşleri tekrar tekrar tutuşturdum. Mumları üfleyip ona doğum günü şarkısını söylerken hıçkırarak ağlıyordum fakat tek hissettiğim sessizlikle dolu can yakan bir boşluktu.

Pastayı taş zemine bırakıp küçük bir lokmayı ağzıma alırken daha çok ağladım. Karşımda durmuş benimle pastasını yiyen bir anne gördüğümü sandığımdan kalbim ağrıyordu. Öyle çok düş kurdum ki bir anda gerçekle yüzleşince yıkıldım.

"Sen gitmeseydin her şey daha katlanılabilir olacaktı. Kalbim daha az sancı çekecek, dudaklarım daha az çatlayacaktı. Daha az ağlayacaktım belki. Fakat yoksun işte. Kalbimdeki varlığınla yetinemiyorum, sana doya doya sarılmak varken soyut bir şeyle bütünleşemiyorum. Mızmız bir çocuk gibiyim, her istediğim olsun istiyorum ama hiçbir zaman olmuyor." Elimdeki çatal yere düştüğünde ellerimi yüzüme gömdüm ve omuzlarım sarsılırken hıçkırarak ağlamaya devam ettim. "Yakında kiraz çiçekleri açacak anne. Lütfen, en azından o geri dönsün."

Sana ihtiyacım var.
Seni düşündüğümde zaman tümüyle buzla kaplanıyor.
Denemenin yararı bile yok,
Her nefes alışımda senin hayalinle konuştuğumu hissediyorum.
Bana geri dön.

cherry blossom | pjm Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon