22 🌸 sen gittiğinde soldum 桜

Start from the beginning
                                    

"Gerçekten iyi birisi." dedi derin bir iç çekerken. "Aslında hepsi çok iyi biliyor musun? Hatta seninle yaşıt olan ve beni sürekli gıcık eden Busan'lı Jungkook bile iyi. Ah pis velet, benimle uğraşmaya bayılıyor."

Sesine yansıyan o güzel tona tekrardan hayran kalırken kahkaha atarak "Jungkook... şu yakışıklı çocuk mu?" diye sorduğumda "YAH MIN SUJIN! BU NE CÜRET?" diye bağırarak adeta kulak zarımı patlattı. "Ya sakin ol gerizekalı." Kahkahalarım daha da artarken, "Mutluysan sorun yok." dedim. "Hepsine selam söyle."

İyice soğuklaşan hava nedeniyle kırmızı polo hırkamın fermuarını çekip odamdan çıktım ve merdivenlerden inerken babamla karşılaşıp gülümseyerek telefonu işaret ettim. Bana sessizce selam söyle dediğinde kafamla onaylayarak evden ayrıldım.

"Sen..." diye başladı tereddütlü sorusuna. "Mutlu musun?"

Sen mutlu olduğun için, evet. Ama sen yanımda olmadığın için, hayır.

"Tabiiki." dedim samimi olmasını umduğum bir gülüşle. "O kadar mutluyum ki Mochi ile yürüyüşe bile çıkacağım."

Karşı hattan buruk bir gülümseme duyulduğunda söylediğim şeyin anlamını bile unutmuştum. "Ama sen yalnızca kafan karışık ve mutsuz olduğunda Mochi ile yürüyüşe çıkarsın."

Afallayarak titrek bir sesle "Yoo, hiç de bile." derken evlerinin bahçesine geçmiş Mochi'nin karnını okşuyordum. "O eskidendi."

Saçmalıyordum ve o farkındaydı. "Eskiden." diye tekrar etti kırılmış bir ifadeyle. Ardından arkadan bağırışma sesleri yükseldiğinde aceleyle "Ah pratik vakti geldi Su-ah, seni sonra ararım olur mu?" dedi ve ben de "Görüşürüz Jimin." dedikten hemen sonra telefonu kapattı.

Bir süre boş boş siyah ekrandaki yansımama bakıp çökmüş gözaltlarımı inceledim. İyi yapmıyordum, kendime hiç iyi şeyler yapmıyordum. Mutlu rolü kesip saatlerce ağlayarak yalnızca bünyemi zayıflatıyor,kendimi içinden çıkılmaz bir psikolojiye sürüklüyordum.

Artık iyice yaşlanmış olan golden cinsi köpek elimin üzerini yalayıp ilgimi kendine çektiğinde gülümseyerek kulaklarının arkasını okşadım ve arkamdaki kapıdan gelen sesi duyana değin onu sevmeye devam ettim.

"Sujin, kurabiye yaptım tatlım, içeri gel." Kafamı çevirip Min Soo teyzenin gülümseyen yüzüyle karşılaştığımda iki haftadır ilk kez evlerine girmeyi kabul ettim. İçeri girer girmez etrafı saran muazzam kurabiye kokusu gözlerimi yaşartsa da kendime hakim olma konusunda ilerlemiş sayıldığımdan çaktırmamıştım.

Min Soo teyze fırın eldivenini çıkarıp tezgahın üzerindeki tepsiden beyaz porselen tabağa kurabiyeleri koyarken "Daha yeni fırından çıktı." diye belirtti sevecenlikle. " En sevdiğin un kurabiyesi hem de!"

Amerikan usulü mutfağın taburelerinden birine oturup önüme koyduğu tabaktaki kurabiyelere ve hemen yanı başındaki süte bakarken "Teşekkür ederim." dedim. "Özlemişim."

"Afiyet olsun miniğim." Sırtımı sıvazladıktan sonra hüzün çökmüş gözlerini birleştirdi gözlerimle. "Keşke Jiminie de burada olsaydı."

O anda ısırdığım lokmanın boğazıma takıldığını hissettim fakat henüz yutmamıştım bile. Kendimi sıkmaktan ağrıyor, oraya takılmışçasına canımı acıtıyordu. Min Soo teyze ikimizi biliyordu. Albay amca hariç –ki onun da şüphelendiğinin farkındaydım- herkes biliyordu aslında. Sevgili olmasak bile üzüleceğimin farkındaydılar. Birlikte büyüdüğüm çocuğun ilk kez benden ayrılışıyla sarsılacağımın farkındaydılar. Bu nedenle ilk kaybımı yaşadığımda olduğu gibi davranıyorlardı bana. Temkinli sıcakkanlı ve anlayışlı. Keşke onlara layık bir kız çocuğu olabilseydim. Gerçekten mutlu olup dayanabildiğimi gösterebilseydim.

cherry blossom | pjm Where stories live. Discover now