Bölüm 18

1.9K 214 8
                                    

Güneş yavaş yavaş tepemden aşağı doğru kayıyor, yanıma su almadığım için kendime kızıyordum. Nereye gittiğimin farkında değildim. Susuzluktan damaklarım kurumuş, dudaklarım çatlamaya başlamıştı. Konuk odasından öfkeyle karışık bir üzüntüyle çıkıp kendimi birbirin aynı ağaçlardan oluşan derin ormana atmıştım. Hava öyle sıcaktı ki ağaçların geniş yaprakları bile gölgeleri yeterince serinletememişti.

Onu bulacak ve derdinin ne olduğunu soracaktım. Beni artık istemiyorsa bunu yüzüme söyleyebilirdi. Böyle kaçmasından nefret ediyordum. Belki de millerce uzakta, yaşadıklarımızı çoktan unutmuş bir halde bir kitap sayfası çeviriyordu. Belki de annesine, evine dönmüştü. Ormanda olup olmadığını bilmesem de artık geri dönmeyecektim.

Bana söyledikleri ağır şeyler olsa da ona kızamamıştım. Ben onu bu kadar severken onu nasıl öldürebilirdim ki? Hem dünya kimlere ev sahipliği yapıyordu. Bir canavarı içine neden sığdıramıyordu. Üstelik o canavar benim var oluşumdan beri karşılastığım en mükemmel, zeki ve büyüleyici şeydi.

Yürümeye devam ettim. Sonunda bunaltıcı hava kendini akşamın serinliğine bıraktı. Gerginliğimi yok etmek için şarkı söylemeye başladım. Sesim bana bile berbat gelse de en azından zihnimi dağıtıyordu. Bu topraklarda büyümüş olsam da ilk kez evden bu kadar uzaklaşmış, dönüş yolunu bile unutmuştum. Etrafta yol yoktu, patika yoktu. Yalnızca sonu gelmez yeşillik, yosun, ağaç dalı ve otlar vardı. Ve güneş battıkça heryer git gide uğursuz bir sessizliğe bürünüyordu.

Bu durumda kendimi pek koruyamayabilirdim. Güçlü büyüler yapmayı henüz bilmiyordum. Sadece öfkelendiğimde ortaya çıkan bir şeyler vardı. Ya da kendimi korumak istediğimde. Bunun da birkaç vahşi hayvana yeteceğini pek sanmıyordum. Belki de Will başka bir yerde başka şeyler yaparken ben burada onun için ölecektim.

Düşüncelerimden kurtulmak için başımı silktim ve daha yüksek sesle şarkı söyledim. Böyle giderse Will buralarda olsa bile berbat sesim yüzünden benden kaçacaktı.

Zaman geçtikçe iyice umutsuzluğa kapılmaya başladım. Evden çıkarken kimseye haber vermeyi akıl etmemiş, Will'i buralarda bir yerlerde bulup çiftliğe geri götürmeyi planlamıştım. Tanrım, ne beklemiştim ki? Will bir ağaca tüneyip benim onu bulmamı mı bekleyecekti? Sanki bedenimdeki tüm güç benden yavaşça çekiliyor, ayaklarımdan toprağa akıyordu. Kendi sesimden benim bile başım ağrıdığından tavşanlara, geyiklere, baykuşlara ve saymaya cesaret edemediğim (ayılar, kurtlar ya da daha beteri doğa üstü yaratıklardan bahsesiyorum) orman sakinlerine işkence etmeyi bırakıp olduğum yerde durdum ve bakışlarımı yukarı kaldırdım. Gökyüzü tıpkı simsiyah bir yüzeye pırıltılı sarı simler serpiştirilmiş gibi milyarlarca yıldıza ev sahipliği yapıyordu. Ve daha da kötüsü dolunay çıkmış, önümü daha iyi görmemi sağlasa da başıma bela açacağa benziyordu.

Uzaktan uluma sesleri geldiğinde yerimden sıçradım ve koşup kaçma içgüdümü bastırarak onlardan biri karşıma çıkarsa kendimi nasıl savunacağımı düşündüm. Hayır, savunamayacaktım.

Bacaklarımın beni taşıyamayacağını anladığımda olduğum yere çöküp sırt üstü uzandım ve dizlerimi karnıma doğru çekip cenin pozisyonuna geçtim. İçimde kendime duyduğum korkudan çok onun için endişe vardı. Nerede ne yaptığını merak ediyor, kendine zarar verecek bir şey yapmasından korkuyordum. Keşke ben yatağa girmeye hazırlanırken beni korkutarak pencereden girse ve "Selam küçük cadı," diyerek gülümseseydi. Hatta yanımda değil de konuk odasında, kendi yatağında bile uyusa olurdu. Sadece onun güvende olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. Kendim hiç de güvende olmasam bile.

Gözlerimi açtığımda etraf karanlıktı. Yatağımda değildim, hatta evde bile değildim. Vücudum kaskatı kesilmiş, tenime değen serin otlar üşümeme neden olmuştu. Doğrulup kendime gelmek için gözlerimi ovaladığımda nerede olduğumu anımsadım. Anlaşılan saatlerce yürümekten yorulduğum için burada öylece uyuyakalmıştım. Ama kendimi dinlenmiş gibi hissedemiyordum. Hatta her yerim ağrıyordu ve üşümekten titreyecek hale gelmiştim. Orman yaz ayında olsak bile demek geceleri oldukça soğuk oluyordu.

Etrafa bakınıp ayağa kalkmaya çalıştım. Yeşil yapraklı devasa ağaçlar karanlık gölgelere dönüşmüş, her şey rengini yitirmiş gibiydi. İçimdeki boşluk git gide artıyor, Will'i hayatımın sonuna kadar bulamamaktan korkuyordum.

Kulağıma ilk olarak hırıltılı bir nefes alış verişi çalındı. İrkilerek etrafa bakınıp sesin nereden geldiğini görmeye çalıştım. Bir anda birinin uzun süredir beni izlediği hissine kapılmıştım. Bir süre sessizlik olduktan sonra aynı hırıltı bu defa daha yakından geldi ve ağaçların arkasından bir gölge geçti. Ayağa fırlayıp deli gibi etrafa bakmaya başladım. Diğer yandan cevap gelmeyeceğini bile bile "Kim var orada?" diye bağırdım. Artık yalnız olmadığımdan emindim.

Ses bir duyulup bir kaybolurken ben de savunmasız bir şekilde etrafa bakıp duruyordum. Beni izleyen şey her ne ise benimle oynamaya çalışıyor gibiydi. Benimse bir yandan dizlerim titrerken pek de eğlendiğim söylenemezdi. 

Aynı anda birkaç kurt beni köşeye sıkıştırdığında kendimi parlayan üç çift gözün önünde buldum. Vahşi hayvanların doğa üstü hiç bir yanları yoktu. Sadece parçalamaya odaklanmış, bana saldırmaya hazırlanan gerçek hayvanlardı.

Eğer kaçarsam beni kolayca yakalayacaklarını biliyordum. Muhtemelen birkaç saniye içinde boğazıma ve bacaklarıma saldırıp beni yere sererlerdi. Benden hızlı koştukları kesindi. Hepsi de sivri dişlerini ortaya sererken yerden kalın bir dal parçası bulup önümde savurmaya başladım. İçlerinden biri üzerime atıldığında tüm gücümle dalı hayvanın bedenine geçirdim. Hayvan Bir ağaç gövdesine çarpıp inleyerek yere düşse de kendini toparlaması fazla uzun sürmedi ve tekrar saldırdı. Diğerleri de onu takip ettiğinde gittikçe yaklaşan uluma sesleri yalnız üçüyle başa çıkmaya çalışmayacağımı gösteriyordu. Daha fazlası geliyordu. Ve ben dalı bir çember oluşturacak şekilde etrafımda savururken gücüm gittikçe tükeniyordu.

Kendim için böyle bir son düşünmemiştim. Belki de daha tecrübeli olsaydım onlarla başa çıkabilirdim. Oysa hayvanların etrafa yaydıkları tek şey kan dökme arzusuydu. Yine de içimde küçük bir parça huzurluydu. Will gibi biriyle tanışmaktan mutluydum. O benim küçük dünyamdaki en güzel parçamdı.

Dehşete kapılmış bir halde elimdeki dalı son bir çırpınışla savurdum ve "Seni seviyorum Will," diye fısıldadım. "Çiftliğe ilk geldiğin gün her şeyi değiştireceğinin farkındaydım ve seni seviyorum."

Elimdeki dalı içlerinden iri olana savurdum ve hayvan birkaç saniyeliğine geriledi. O sırada ağaçların arasından bir şey fırlayıp hayvanın boğazına yapıştı ve kemik kırılmasını andırır bir sesten sonra hayvanın cansız bedeni toprağa serildi.

Bir çığlık sesi ormanı kaplarken gölgelerin arasından bir sürü kadar daha vahşi kurt geldi. Sayıları ikiye düşen hayvan sayısı biran da sayamayacağım kadar çoklaşmıştı. Çığlık atan kişinin ben olduğumu fark ettim. Elimdeki dal parçası güçsüz parmaklarımdan sıyrılıp yere düştü. Hayvanların hepsi kendilerine saldıran şeye karşı koymaya çalışıyor, keskin dişlerini varlığın derisine saplıyorlardı. Oysa o çok güçlüydü. Yenilmez duruyordu. Ve bu dünyaya ait değildi. Kurtlara benzese de pençelerinde ve patilerinde insanoğlunu hatırlatan kol ve bacaklar vardı. Boyu benim iki katımdı ve korku kitaplarından fırlamış gibi dehşet saçıyordu. Kendine saldıran kurtları bir bir öldürüp bedenlerini tıpkı bir oyuncak gibi ağaç köklerinin arasına fırlatıyordu.

Gördüğüm şey kulağa delice gelse de bir kurtadamdı. Gözleri bir anlık beni bulduğunda aynı koyu renk buğularla karşılaştım. Karanlığa ait, dehşet ve ölüm saçan bir çift göz bana ondan geriye kalanları hatırlatan tek şeydi.

"Will," diye haykırdım damarlarımdaki son güç kırıntılarıyla. Ona seslendiğimi duyarak tekrar bana baktı. Ve bir şeyler daha söylemek istesem de kulaklarıma son bir uluma sesi gelirken yaşadığım korku ve şoktan olmalı, dünya daha da kararmaya başladı.

Cadı ve AvcıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin