Bölüm 6

3K 282 9
                                    

Annem hep "Kötü olmak aptal olmaktan daha iyidir," der. "Çünkü aptal olduğunuzda etrafa kötülerden çok daha fazla zarar verirsiniz. Ve daha kötüsü aptal olduğunuz için verdiğiniz zararın farkına varıp pişman da olmazsınız. Çünkü aptalsınız."

Bunu hep cadı kategorisine dahil olduğundan vicdanını rahatlatmak için söylediğini düşünmüşümdür. Çünkü kimse cadıların iyi olduğunu düşünmez. Hatta eskiyle yeninin birbirine karıştığı bir kasabada yaşadığımızdan, hangisinin yeneceği yüzyıllardır belli olmadı, komşumuz televizyonda izlediği önemli bir teknoloji haberinden sonra kiliseden ve kötü ruhlardan korunmaktan bahseder. Bu yüzden kendimizi saklarız. Ailemizi güvende tutmak için.

Kötülük ve aptallıkla ilgili düşündüm çünkü karşımda duran ablamın hangi gruba ait olduğunu bir türlü bulamamıştım. Yani hem aptaldı hem de kötü. Tanrım, dünya üzerindeki en berbat karışım.

Öğle yemeği masasında pek de iştahım olmayarak oturuyordum. Tüm gün zombi gibi uykusuzca ortada dolanmış ve yatağıma gitmeyi reddedip kendime işkence çektirmiştim. Elimdeki çay fincanını tutup etrafa kötü bakışlar atıyordum. Çünkü hemen karşımda oturmuş ablam ve yanındaki William, ona bundan sonra kızgınlığım geçene kadar William diyeceğim, önlerindeki gazete haberlerine bakıp gülümsüyorlar ve birbirlerine bir şeyler anlatıp duruyorlardı. Sanki dün Jack kucağımda otururken benimle saatlerce konuşmamış gibi. Bugün yüzüme bile bakmamıştı. Ne yapmaya çalıştığını bir türlü anlamıyordum. Belki de bu durumu ben kendi içimde abartmıştım. Hayır, onları kıskandığım falan yoktu. William'ın üzerindeki çivit mavisi gömlek, yanmış teni ve inanılmaz yakışıklı yüzüyle dün bana attığı anlamlı bakışların aynını cadı ablama atmasının da bir önemi yoktu. Sadece onu, onu öldürmek istiyordum. Yere yatırıp üzerinden babamın arabasıyla geçmek...

"Tatlım."

Annemin sesiyle boş bakışlarımı ona çevirdim. "Git ve biraz dinlen istersen. Kusacak gibi duruyorsun."

Hayır, hayır. Gördüklerim yetmezmiş gibi bir de üzerine kusacak gibi gözükemem.  "Biraz daha çay ister misin? Sıcak bir şeyler midene iyi gelir."

Başımı salladım ve içimden dua etmeye başladım.

Anne, lütfen şunların önünde midemden bahsedip durma.

Dolan çay fincanını elime alıp dudaklarıma götürdüm. Kusacak gibi görünmek umrumda değildi. Burada durup onlara atabildiğim kadar kötü bakış atacaktım. Ben odama gidip kendi kendimi yerken onlar burada mutlu mutlu oturamazdı.

Daha fazla kendimi tutamayarak ablama doğru "Ella," dedim. Aniden iyilikten kötülüğe dönüşen bakışlarını yüzüme çevirdi.

Hem aptal hem de kötü.

"Yüzüğünü takmayı unutmuşsun."

"Ne dedin?"

"Yüzüğün diyorum. NİŞAN YÜZÜĞÜNÜ. Takmayı unutmuşsun. Eğer kaybedersen DAVID CLAFLIN sana kızabilir. Yani NİŞANLIN. Eylülde evleneceğin adamdan bahsediyor..."

"Yeter," dedi kızarmış bir suratla masadan kalkarak. "Anladım. Aptal değilim."

Aslında öylesin demek istesem de sustum. Ella masadan hışımla kalkıp arkasına bile bakmadan kaçarken zevkten dört köşe olmuş bir halde sırıtıyordum. Eğer başka bir adamla nişanlıysanız evinize gelen yabancı bir misafirle bu kadar samimi olmak gereksizdi. Yüzümdeki gülümseme William'ın da masadan kalkıp gitmesine kadar sürdü.

***

Hayal kırıklığı.

Kelimeyi boylu boyunca düşündüm. Hatta kelimeyi cümle içinde bile kullandım.

Cadı ve AvcıWhere stories live. Discover now