3 🌸 bana şarkı söyle 桜

Start from the beginning
                                    

"Hakaret yok, Sujin. Düzgün oturun.İkinize de yetecek kadar yer var."

Yer yoktu ki, üst üste mi gitmemizi istiyordu? Annemden veya babamdan çok, şu anda tam yanımızda olan Jimin'in ailesinden utanmıştım fakat bunu belli etmeden kısık bir tonda "Özür dilerim." diye mırıldandım. Ardından bana terslenmesini beklediğim siyah saçlarını bugün özenle yapmış olan arkadaşım kolunu yavaşça çekip arkama attı ve beklemediğim bir şekilde omzuma yerleştirdi. Ona doğru döndüğümde sırıtarak "Şimdi rahatladın mı cadaloz?" diye sordu.

Kolu bu sefer karnımı deşmediğinden rahatlamıştım. Onu taklit ederek yüzümü buruşturduğumda bir elini yüzüme yapıştırıp hareket etmemi engelledi ve ben de inatla elini itmeye çabaladım. Yerimizde tepindikçe Min Soo teyzeleri rahatsız ettiğimizi fark ettim ve Jimin'e uyarı dolu bir bakış fırlatarak durmasını sağladım. Yolun geri kalanındaysa babamın radyodan açtığı şarkılara eşlik ettik ve kafalarımız birbirine yaslanmış halde uyuyakaldığımızı ancak panayıra ulaştığımızı söyleyen sesler geldiğinde fark ettik.

Arabadan indiğimizde soğuk hava aniden üşütmüş arabanın ve Jimin'in sıcaklığını aratmıştı. Çok geçmeden onun yanına gidip koluna girdiğimde itiraz etmeden yürümeye devam etti. Ailelerimiz arkada biz önde öylece yürüyüp panayıra giriş yaptığımızda ortam bir anda curcunayla doldu. Her yerde annemin anlattığı gibi satıcılar ve kostüm giymiş insanlar vardı. Çoğu kez ezilme tehlikesi geçirsek de her seferinde atlatmıştık. Bazen Jimin beni çekip almış bazense ben onu kurtarmıştım. Bir nevi dönüşümlü nöbet gibiydi bu yaptığımız.

Yol üstünde babamın küçük bir satıcıdan bizim için aldığı elma şekerlerini yerken bir taraftan da sohbet ediyorduk.

Jimin elindeki uzun sapın ucunda duran devasa kırmızı topu göstererek "Elma şekerini yerken içindeki elmayı hiç yemiyorum." dediğinde şuana kadar hiç elma şekeri yemediğimi fark ettim. Bu ilkti.

"Neden yemiyorsun? Kötü mü?" Merak ettiğim için sorduğum soruya kısa bir gülüş atıp omuz silkti.

"Kötü olup olmadığını bilmiyorum ki, sadece yemiyorum. Tercih meselesi."

Fazla şekerli şeyleri pek sevmesem de tadı güzel gelen bu şekeri biraz yaladım ve hoşuma gidince Jimin'e döndüm. "Ya güzelse?"

"Bence değil. Ezik ve çürük duruyor."

"Nereden biliyorsun ki? Yememişsin bile."

"Bazı şeyleri test etmeye kalmadan kötü oldukları bellidir."

Söylediği şeye katılmıyordum. Bence bir şeyi denemeden onu yargılamak doğru bir davranış değildi. Fakat bu güzel ortamda tartışmak da istemiyordum. Ona yanıt vermeyip yürümeye devam ederken karşıdan koşarak gelen adamı fark etmedim ve koluma çarpıp elma şekerimi yere düşürdüğünde fazlaca üzüldüm. Adam arkasını bile dönmeye tenezzül etmeden koşmaya devam ederken annem yenisini almayı teklif etse de reddettim fakat görünen o ki Jimin'in içi pek rahat etmemişti.

Elindeki neredeyse hiç yenmemiş olan şekeri bana uzatırken, "Ya sen yersin ya da çöpe atarım." diye tehdit etti. Yemek zorunda değildim, fakat yüzünde öylesine ciddi bir ifade vardı ki reddetmeye de cesaret edemedim. Tereddütümü fark ettiğinde, "Ağzımı değdirdiğim için çekinirsen-" diye söze girişti fakat elinden alıp yemeye başladığımda gülümsedi.

"İşte benim Sujin'im."

Nedendir bilinmez altı yaşımdan beri palyaçolardan aşırı şekilde korkardım. Onların o insana benzemeyen yamuk yüzleri ve çarpık gülüşleri beni diğer çocuklar gibi eğlendirmiyor aksine ürkütüyordu. Bu fobinin artmasının diğer büyük sebebi de yedi yaşımdayken izlediğim korku filmi olabilirdi. Neden ya da hangi mantıkla o filmi izlediğimi de bilmiyordum, daha doğrusu neden izlediğimizi. Çünkü tek değildim, Jimin'in evindeydik ve film de onun seçimiydi.

O gün ailesi eve geç geleceğini söyleyip Jimin'i bize yollamıştı. Fakat o beni kendi evlerine çağırıp annesinin dvd çantasından aldığı bir film olduğunu ve izlememiz gerektiğini söyleyince içimdeki heyecanı bastıramadım ve oyun bahanesiyle onlara gittim.

Başta anlamadan izliyorduk fakat sonradan palyaço tüm çocukları hunharca katledince işler değişmişti. O gece filmi otuzuncu dakikasında kapatmış ve ışıkları açtığımızda Jimin'in mosmor ettiğim koluyla karşılaşmıştık. E tabi onun da elinde birazcık kahverengi uzun saç telleri vardı. O korkuyla nasıl yaptıysak birbirimizi parçalamadan kapatmamız bile büyük bir mucizeydi.

Sonrasında Jimin ile bizim eve gitmiş ve annemin izniyle onu kendi odama götürmüştüm. Annem geç gelen ailesine haber vermiş ve o gece bizde kalmasına müsaade etmişlerdi. Yatağımın hemen kenarındaki pufda yatan Jimin gözlerini gökyüzüne dikmiş bakarken korkudan dayanamamış ve yanına gitmiştim. Bana yer açıp sarıldığında onun da kalbinin küçük göğüs kafesinin altında hızlıca attığını hissediyordum.

"Hala korkuyor musun?" diye sormuştu yumuşak bir ses tonuyla. "Yüzü aklıma geliyor, rüyalarıma girmesinden korkuyorum." diye yanıtlamıştım. Ardından kısa ve şişman parmaklarını saçlarımın arasında hissettim.

"Korktuğum zamanlarda annem bana bir şarkı söyler. " demişti. "Sonrasında tüm korkum uçup gider. Lili adında bir kadına ithaf edilmesine rağmen oldukça güzel."

Kafamı çevirip yıldızlara, onun baktığı gökyüzüne bakmış ve derin bir iç çekmiştim. Annem böyle zamanlarda bana şarkı söylemese de dua ederdi. Ardından alnıma bir öpücük koyup giderdi. Onun sesinden bu şarkıyı dinleyebilir miydim, merak ettim. Kafamı kaldırmadan tatlı kokusunu içime çekerken kısık bir sesle, "Söyler misin? Yani, şarkıyı...benim için?" diye sordum çekinerek.

Gülümsedi. Küçük tatlı yüzündeki samimiyeti o gece en derinden hissetmiştim. Oyun arkadaşından çok daha fazlası olduğunu ve beni koruyacağını.

"Lili,
Biliyorsun bizim gibiler için bir yer var hala.
Her damarda dolaşır aynı kandan,
Anlarsın seni melek yapan şeyin kanatlar olmadığını,
Tek yapacağın çıkarmak aklından kötülükleri,
Basit bir öpücük ile bulacağız cevabı,
Gölgelerinin derinlerine koy tüm korkularını,
Dönüşme sakın renksiz bir hayalete,
Çünkü hayatın en güzel resmi senin içinde."

Sirkteki muhteşem dans gösterisini ve ağzından alevler çıkaran adamı izledikten sonra arkamı döndüğümde annemi, babamı, Jimin'i kısacası kimseyi göremedim. Kalabalık öylesine fazla öylesine yoğundu ki, bu izdihamın arasında ezilip öleceğim diye korkuyordum. Buraya Jimin yanımdayken gelmiştik, ailelerimiz de tam arkamızdan geliyordu, gösteriye kendimi nasıl bu kadar kaptırdıysam onun gittiğini bile fark etmemiştim. İnsanlardan özür dileyerek altlardan sıvışmaya çalıştıkça daha çok kişiye çarpıyor ve her seferinde ağlamanın eşiğinden dönüyordum. Kendimi sirkin çevresinden güçlükle atıp yolun ortasına çıktığımda dolan gözlerimle tanıdık yüzleri aradım ama hiçbir yerde yoklardı.

"JIMIN? ANNE? BABA?"

Sağa sola dönerek onları ararken bir taraftan da alt dudağımı dişliyor, ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Köşede birkaç polis memuru gördüğümde onlara gitmek için yöneldim fakat aniden karşıdan gelen bedeni görünce donakaldım.

Kırmızı beyaz kostümü ve o tanıdık korkunç yüz ifadesiyle adımlarını yere bastırarak gelen şey palyaçoydu. Anılarımdan atmayı düşlediğim fakat her belirmesinde beni korkutan şey. Kaçmak için yeltendim fakat o gelmeye devam ettikçe yolun ortasından kaçamadım ve tüm dünya durmuşçasına sadece ona odaklandım.

Benimle göz göze geldiğini ve aramızdaki mesafenin neredeyse kapandığını hissettiğim o anda bir el benimkini kavrayarak beni çekti ve sırtım yumuşak bir yere yaslandı. Ardından gözlerimin üzerine perde gibi inen o eller beni palyaçodan kopardı ve tatlı bir müziğin kulaklarıma dolmasına izin verdi.

"Gölgelerinin derinlerine koy tüm korkularını,
Dönüşme sakın renksiz bir hayalete,
Çünkü hayatın en güzel resmi senin içinde."

cherry blossom | pjm Where stories live. Discover now