9.Bölüm*

192 23 3
                                    

[Yixing]

Sarayın ihtişamlı kapısı gözlerimin önünde aralandığında kendimi hızla geniş merdivenlere attım. Muhafızlar beni görüne birkaç adım geriye çekildi. Her zaman ki gibi rahat görünmeleri nedense beni gergin hissettirmişti. Sabahın ilk ışıkları gözlerimi uyuşturan bir esintiyle tüm bedenimi etkisi altına aldığında ciğerlerime dolan temiz havanın verdiği hisle adımlarımı kütüphaneye çevirdim. Yolda birileriyle karşılaşmamak için dua ediyordum. Selam vermek istemiyordum, hemde hiç kimseye. Belimin alt taraflarından gelen bir acı tüm nefesimi kesti. Biraz önce ciğerlerime dolan berrak hava şimdi yerini acıya bırakmıştı. "Ah!" verdiğim tepkiyle refleks olarak arkama döndüm. Karşımda ki aptal suratıma istemsizce bir tebessüm yerleştirmeme neden oldu, kalçama attığı tokat onu memnun etmiş gibiydi. "Benim prensesim nereye gidiyor?" diye sordu Jongin belimi tek eliyle kavrayıp bizi tek beden haline getirirken. Suratında ki gülümseme ona daha da uzun bakmak istememe neden oluyordu. Hatta onu sonsuza dek bile izlesem doyamazdım. Onun aksine kendi suratımda ne tür bir ifade olduğunun bile farkında olamadığımdan bu isteğimi bastırdım ve Jongin'in soğuk ellerini belimden uzaklaştırdım. "Saraydayız Jongin" gülümsedi ve benim kendimi ondan uzaklaştırma çabalarımı görmezden gelerek başını boynuma gömdü. Sömürürmüşcesine tüm kokumu içine çekerken tahrik olmamak için kendimi tuttum. "Ve bende bu sarayın kralıyım. Prensesimle biraz özel zamana ihtiyacım var" gözlerimi birbirine sıkıca gömdüm ve onun sırtını kavrayarak kendime yapıştırdım. Neden ayrılalı sadece birkaç saat de olsa onu özlemiştim? Bu çok saçmaydı değil mi? "Prensesin şimdi gitmek zorunda" kendimi bir kere daha zorla ondan uzaklaştırdığımda Jongin inkar eden gözlerle bana baktı. Somurtan dudaklarına küçük bir öpücük bırakıp bizi tek beden yapan son şey olan ellerimizi de ayırdım. "Gitme Yixing. Çok çalıştım ve bir ödüle ihtiyacım var" Bana kalsa her dakikamı onun yanında geçirirdim ama bu imkansızdı. "Geceyi bekle, şimdi kütüphaneye gitmem gerek. Planımızı unutma tamam mı?" Başını istemsizce salladığında ona son bir gülücük atıp hızlı adımlarımı kütüphaneye çevirdim. Neden karşıma çıkmıştı ki? Onu gördüğümde içimnde ki tüm çalışma şevkim yerle bir olmuştu. Ah, şimdi bir de tüm gün onu düşünecektim! Beyaz taş kapının önüne geldiğimde kendimi düşüncelerimden ayırdım. Gözlerim taşın üzerinde ki desenlere gidince içimde anlamsız bir merak oluştu. Tanıdık geliyorlardı ve daha önce de onları gördüğümden şüphem yoktu ama kütüphane kapısı hep düz bir taştan oluşurdu. Bu ne ara yapılmıştı ki? Buna aldırmamaya çalışarak kapıyı araladım ve içeri girdim. Sessiz odayı pencerenin ardından içeri süzülen güneş ışığı aydınlatıyordu. Hafifçe esen rüzgar tülle dans ediyordu ve şimdiye kadar gördüğüm en muhteşem manzaralardan biriydi. Hemen pencerenin altında ki masaya baktım. Benim masam...Ne kadar olmuştu buraya gelmeyeli? Özlemle eski masama yaklaştığımda üzerinde ki toz tabakası bana istediğim cevabı verdi. Uzun bir süre olmuş olmalıydı. Buna aldırmadan sandalyeyi çekip oturdum. Her zaman ki sarı kapaklı kitap yerli yerinde duruyordu. Boş kahve bardağı bir kalem, hepsi bir zamanlar buraya bağımlı olduğumu kanıtlıyordu bana. Burası kimse tarafında önemsenmeyen gizli bir saklanma yerim gibiydi. Kendimi buraya kapatıp okurdum, saatlerce. Bunun verdiği hazzı hiçbirşey vermiyordu, ta ki Jongin'le tanışana kadar. Gözlerime pencerenin ardından tüm güçlerini kullanarak çalışan yardımcılar ilişti. Jongin...oradaydı. Tişörtünü çıkarmış tüm muhteşem bedenini sergiliyor ve birkaç hizmetçi onu kesiyordu. Buna onu ödetmeliydim! Ama şimdi...tıpkı onlar gibi gözlerimin önünde ki bu şaheseri izlemek daha keyif verici geliyordu. Göğsünden karnına yavaşça süzülen ter damlaları tüm nefesimi kesti. Bunu bir kere daha görmüştüm. 2 gün önce ki gecemizde...Aklıma tüm o yaşananlar geldiğinde utançtan kıpkırmızı kesildim. Ama ona sahip olduğumu bilmenin verdiği o muhteşem mutluluk daha ağır basıyordu. "Onu seviyorsun değil mi?" duyduğum ince bir erkek sesi tüm zevkimin yerle bir olmasına neden oldu. Korkuyordum, bunu benden başka kimse bilemezdi. Özelime karışan bu çocuğa görmek istememin verdiği merakla bakışlarımı masanın önünde dikilen sarışın çocuğa çevirdim. "Sen?" meraklı gözlerim karşısında tatlı suratına bir gülümseme yerleştirdi "Beni kurtardığın için teşekkürler" Onu tüm hayatımda ilk defa gördüğümden bu kadar eminken, duyduğum birkaç kelime beni şoka uğrattı. "Seni kurtarmadım." omuz silkti "Yaptın. Hemde 2 kez. Yani sana doğru düzgün bir teşekkür etmeliyim" meraklı gözlerle kendisine baktığımı fark ettiğinde bunca zamandır arkasında sakladığı kitabı önüme bıraktı. Kahverengi deri cilti kitaba merakla bakmaya başladım bir elimde içine işlenmiş altın sarısı renkte ki yazıları hissediyordu. Bu kitap saray kütüphanesine ait değildi, bundan emindim. "Bunu nerden buldun?" sorum karşsında gözlerini kitaptan ayırıp bana çevirdi "Bir önemi yok. Sadece...oku. Benim favorilerimden pişman olmayacaksın emin ol." Gülümsedim "Pekala, teşekkürler o halde." mahcup olmuş bir biçimde başını eğip reverans yaptı "Lafı bile olmaz prensesim" son sözlerinin ardından yaşadığım şok ikiye katlanmıştı. Prenses? Bunu bana tek diyen kişi Jongin'di. Bizi görmüş olamazdı değil mi?! "Neden öyle söyledin?" diye sordum isimlendiremediğim bir duygu tüm bedenimi esir almışken. Sorumu görmezden gelip başını kaldırdı ve yumduğu gözleriyle bir şeyler mırıldandı. "Büyük annem burada" Büyük anne? Sahi bu çocuk sarayda ne yapıyordu, ve birde büyük annesi...ah neler oluyordu böyle?! Olayları kavramaya çalışırken sarışının taş kapıdan hızla çıktığına şahit oldum ve adımlarım onu izledi. Metrelerce...Ne kadar durmasını söylesem de bana aldırmıyordu ta ki bilmediğim bir kulübeye gelene kadar. Ve şimdi o kaybolmuştu, çocuk...neredeydi ki?! Meraklı gözlerle onu ararken belimin arka tarafında hissettiğim hafif bir boynuz darbesiyle irkildim. Açık renkli tüyleri olan sevimli bir geyik beni izliyordu. Çok tanıdıktı hatta onun yardım ettiğim geyik olduğundan neredeyse emindim. "Selam küçük dostum" ilgim karşısında memnun olmuş olacakki başını bana sürtmeye başladı. Çok güzeldi, hatta gördüğüm en güzel geyik bile olabilirdi. "Luhaaan!" merakla kendimi sesin geldiği yöne çevirdiğimde kulübenin kapısının açıldığını gördüm. Önce kapıyı sıkıca kavrayan bir el görüldü ardından da kendisi. Bu kadın...bu kadın o kahindi! Herkese benim kral olduğumu söyleyen kahin! "Sen..." kadın beni görünce gülümsedi "Merhaba prenses!" Ah! Bu da neydi cidden? "Bana şöyle söylemeyi kesin!" kadın gülümsedi, nedense gülümseyince o kadar da korkunç bir tip gibi gözükmüyordu. "Luhan...ismi bu mu?" kadın merakla bana baktı "Kimden bahsettiğine göre değişir "Sarayda ki sarışın çocuk" dedim hızla. Önce biraz şaşkın gözükse de ardından hala bana kendini sevdirmeye çalışan anormal derecede ki insan canlısı geyiğe gülümsedi ve birşey söylemeden girmem için kapıyı araladı. İçeriye adımımı atar atmaz buranın kesinlikle benim yaşadığım zamanla arasında bir kaç yüz yıl olduğundan emin oldum. Garip bir renk uyumuyla dizayn edilmiş aşırı gelişmiş mobilyalar? Bu bizim çağımıza uygun olmayışının yanında kesinlikle bir yaşlı kadın ve torununun yaşayacağı bir ev gibi de değildi. "Merak ediyorsun değil mi?" Genç bir kadın sesi kulaklarımda yankılanırken gözlerimi büyüleyici eşyalardan alıkoyup yaşlı kadına döndüm. Ama bu...?! Bu hiç de yaşlı değildi! Ayrıca onu görmüştüm...Jongin'i baştan çıkarmaya çalışan kadındı bu! Bedenimi kavuran korkuyla ona hissettirmeden geriye doğru bir kaç adım atmaya çalıştığımda gülümsedi. "Değişim...buna ne kadar inanıyorsun?" yutkundum ve şöminenin altında duran uzun demir çubuğa ulaşmaya çalıştım. "Değişim mi?" kadın sehpadan aldığı ıslak bir kaç bardağı kurularken cevap verdi. "Sence başka bir zamana gitseydin, hayatın farklı olur muydu?" bu sorular ne anlama geliyordu böyle... "Başka bir zaman mı...bir değişiklik olmazdı değil mi?" gözlerini bardaktan ayırıp bana baktı "Peki ya yaşlıyken kendi gençliğini görmek? Bunu yeniden ve yeniden yaşamak...Başka bir zamana ait olduğun halde eskilerde kapana kısılmak?" gözlerim istemsizce düştüğünde gülümsedi "Tabii ya bunu hiçbir zaman yaşamayacaksın" ona anlamsız bakışlarla baktım "Neler saçmalıyorsun?" gözlerini yeniden bardaklara çevirdi "Söyle bana prenses, Augustinus sence ne kadar haklıydı?" demir çubuğu elimle kavradığımda gülümsedi "Augustinus...Kilise babası olan mı?" "Ta kendisi" "İtirafları...onun itiraflarından tanıyorum" Kadın bana şaşkın bakışlarla baktı "Zekisiniz prenses, tıpkı sizi şirkette ki ilk toplantı da gördüğüm kadar ki gibi burada da zekisiniz." "Şirket? Toplantı? Bunların kelime anlamı ne?" Kahkaha attı "Belki Augustinus hatırlamana yardımcı olur. Kendisini hatırladığın gibi." Elimde duran demir çubuk ateşe tutuştuğunda hızla kendimi geri çektim ve bağırdım. Çok acımıştı. "Rahat olun biraz...kötü biri değilim. Augustinus'un itirafını hatırlıyormusun peki?" iç çektim bu kadın belaydı. "Hayır sadece ismi var hafızamda" anlayışla gülümsedi "Aradan geçen tüm yıllara rağmen hatırlaman bile etkileyiciydi...Söyle bana Tanrım, söyle bana çocukluğum daha önce yaşamış olduğum, önceki ölümümle ayrılmış olduğum bir neslin devamı mıdır? (…) Bu yaşamdan önce neredeydim ey Tanrım, başka bir bedende mi?" Bu sözler daha tanıdık gelmişti. Augustinus'un itirafları...katolik teologlar tarafından gerçekliği şiddetle reddedilen hipotezler...Bunlar hangi zamana aitti?! Daha yaşamadığım bir zaman olduğundan emin olsam da...neden bana tanıdık geliyordu?! 

MendoveniaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin