2 🌸 çocuk ellerimizle kardan evler yapardık 桜

Start from the beginning
                                    

Önce şeklini almasını istediğimiz yuvarlak bir kova bulduk ardından içine karları doldurarak kalıp yaptık ve sırayla yerleştirdik. Saat başı bir benim annem ardından Jimin'in annesi evden çıkıyor ve bize eve dönmemiz için bir şeyler diyorlardı fakat biz bunu bitirmeden dönmemeye yemin etmiştik.

Eldivenlerimiz bile ellerimizi ısıtmayıncaya kadar çalışıp küçük ve şekilsiz ancak bizim için oldukça değerli kar evi bitirdik. İçine geçip oturduğumuzda ikimiz de kafamıza yıkılmasından korkuyorduk ama öyle bir şey çok şükür ki gerçekleşmedi.

"Bu gece burada uyumamıza izin verirler mi sence?" diye bir soru yönelttiğimde dizlerini kendine çekerek oturmuş olan soğuk algınlığının son evresindeki Jimin kafasını salladı.

"Zatürre olmak mı istiyorsun Sujin? Buna ben bile cesaret edemem."

"Korkak." diye yapıştırdığımda kaşlarını çatarak "Hiç de bile!" diye yalanladı. Fakat korkak olmadığını ben de biliyordum. Burada kalmak benim için bile delilik olurdu, sadece saçmalamak istemiştim.

"Gerçekten korkak olduğumu mu düşünüyorsun?" diye sorduğunda bunu cidden ciddiye aldığını anlamıştım. "Bilmem." desem de içimden gülüyordum.

"Buraya hayalet gelse sen korkmayacak mısın sanki? "

İşte bu beni de ürkütürdü. Annem hayaletlerin olmadığını bana defalarca söylese de bence olmamaları imkansızdı. Sonuçta bir sürü insan ölüyordu, onların ruhları nerede kalacaktı?

"Buraya gelebilir mi ki?"

"Kapı açık şapşal. Tabii ki gelebilir."

Oturduğum yerde bacaklarımı kendime biraz daha çekerek korkumu hafifletmeye güzel şeyler düşünmeye çalışıyordum. Jimin yan gözle bana bakıp güldü.

"Ne oldu? Korktun mu? Bir de bana korkak diyordun."

"Yoo, ne korkacağım. Yanlış anlamışsın."

"Yok yok korktun sen. Dur kafanı dağıtacağın bir şey söyleyeyim sana. Kırmızı kar olduğunu biliyor muydun?" Islanmış pantolonunun paçasını düzeltiyormuş gibi yapıp gözlerini benden kaçırarak devam etti, "Karpuz gibi kokuyormuş ve tadı çok güzelmiş."

"Aynı zamanda zararlı." diye ekledi benden tepki gelmeyince. Yüzüne o kadar ciddi bakıyordum ki en son özür dileyecek sandım. Kahkaha atıp bir süredir oturduğum yerde ondan gizleyerek yaptığım kar topunu yüzüne yapıştırdığımda kalakaldı. Hah, işte böyle korkutulurdu bir insan.

Sonra "SUJIN! SENİ KÜÇÜK TİLKİ!" diye peşimden koşmaya kalkışıp kafasını yanlışlıkla fazlaca kaldırdığından kardan evin girişine çarptı ve dayanıksız ev yerle bir oldu. Eş zamanlı olarak Jimin'in annesi Min Soo teyze kapıya çıktı ve ikimizi benim annemin yerine de bir güzel azarlayarak içeri aldı.

Min Soo teyze normalde fazlaca güler yüzlü ve tatlı bir kadındı. Jimin'in ondan aldığı kesin olan yanakları ve oldukça genç görünen bir fiziği vardı.Beni kendi oğlundan ayırmaz, ona ne alıyor veya yapıyorsa aynısına beni de dahil ediyordu. İkimiz de ailelerimizin tek çocuğu olduğumuz için üzerimize fazla titreniyordu. Annemle birlikte çarşıya gidip alışveriş yaparlar bazen de öylece çay içerlerdi. Bazı geceler iki aile karşılıklı yemek bile yerdik, komşuluğumuz sıkıydı.

Fakat ben, Min Soo teyzenin en çok kokusu tüm evi kaplayan elmalı kurabiyesini seviyordum. Benim sevdiğimi bildiği için sıklıkla pişirir ve yanına da ılık süt hazırlardı. Tıpkı şimdi olduğu gibi.

Jimin ağzındaki lokmayı bitirmeden yeni çıkan bir bilgisayar oyunu hakkında konuşmaya yeltendiğinde annesi onu uyardı ve mahcupça sesini kesiverdi. Bilgisayar oyunları yeni yeni artıyor ve her yaştan çocuğun ilgisini çekiyordu. Ben, Jimin'i benden kopardığı için sevmiyordum. Birlikte oynasak bile gözü sürekli ekranda oluyordu. Bense gerçekten hissettiğimiz ve dokunabildiğimiz oyunları seviyordum.

Kurabiyelerimizi yiyip oturma odasına geçtiğimizde Jimin'in emekli albay olan babasının masada bulmaca çözdüğünü gördük. Beni selamlayarak kucaklamam için kollarını açtığında bir saniye bile düşünmeden koşarak gittim. Jimin'in anne ve babası uzun yıllar çocuk sahibi olamayan hafif yaşlı bir çiftti. Fakat hayat enerjileri onlardan daha genç olan benim ailemle kapışacak kadar fazlaydı.

"Okul nasıl gidiyor Sujin-ah? Derslere alışabildin mi?" diye sorduğunda Jimin huzursuzca kıpırdanarak televizyonu açtı ve köşeye çekildi. Ders denince sıkıldığını biliyordum. Bu sohbeti hiç sevememişti.

"İyi gidiyor efendim, özellikle resim dersini iple çekiyorum."

"İleride çok iyi bir ressam olabilirsin o halde. Senin adına çok sevindim güzelim."

Çizmeye olan eğilimimden ailedeki herkesin haberi vardı. Elbette bu ailenin içerisine Jimin'inkiler de giriyordu. Bana gülümseyerek Jimin'i işaret ettiğinde oğlu hiç de oralı değildi.

"Bu velet de ders hariç her şeye meraklı. Yakında okulu bırakacak diye korkuyorum." şakayla karışık gülerken devam etti, "Birbirinize göz kulak olun!"

Çoktan aptal bir kanalı açıp izliyormuş gibi yapan Jimin'e yan gülüşle bakarak, "O işi bana bırakın." dediğimde babasının orada olmasını umursamadan koltuk yastığını aldığı gibi kafama fırlattı.

Beyinsiz salyangoz Jimin.

Beyinsiz salyangoz Jimin

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

-

*Hikayede Kore'deki yaş sistemini baz aldım. Sujin 1997 doğumlu, Jimin bildiğimiz üzere 1995. Normalde 2002 yılında birisi beş diğeri yedi yaşında olması gerekiyor ama dediğim gibi bir yıl büyük algılamamız gerekiyor, bilgilendirmek istedim.

*Ayrıca bölümlerin çoğu anı tarzında olacağı için son kısımlar sizi öyle merakta bırakacak cinsten değil. Fakat yine de sevginizi bekliyorum

cherry blossom | pjm Where stories live. Discover now