Stockholm Sendromu

1.2K 71 4
                                    

2014

O kadar çok gezmiştim ki bacaklarım ağrımaya başlamıştı. İtalya güzel bir şehirdi. Gezilecek o kadar çok yer vardı ki. Trevi çeşmesine dilekte bulundum. Hep böyle mutlu olmak istiyorum. Daha sonra ayaklarımın beni daha fazla taşıyamayacağını fark ettiğimde kenara oturdum. Parlak güneş içime işliyor ve beni ısıtıyordu. Her yer insan kaynıyordu. Çok kalabalıktı. Birden kalabalığı yararak gelen motosikletli tam önümde durdu. Herkesin dikkatini çekmişti. Sipsiyah Davidson motosikleti güzeldi. Kalktı. Kaskını çıkarırken geçen süre sonsuzluk gibi geldi. Klaus Mikaelson, yıllar önce hayatıma giren adam. Bir panter edasıyla etrafına şehvet saçarak bana yaklaştı. Çok yakışıklıydı. Elini uzatınca tuttum. Beni kaldırdı ve aramızdaki mesafeyi kapattı. Elleri belimde yerini alırken heyecanlandığımı fark ettim. Derin derin nefesler almaya çalıştım ama bu kadar yakın olduğumuz için onun kokusunu içime çekince daha da heyecanlandım. Kalbim gübür gübürdü. Seslerini ben bile duyabiliyordum. "Burada yalnız ne işin var, aşkım?"

Boğuk sesi kulaklarımı doldururken naneli nefesi kulağımın altını işgal ediyordu. Kulağımın ucuna bir öpücük kondurdu ve ardından kesik öpücükler ile boynuma indi. Karnıma baskı yapan Canavar'ı hissedince gözlerim büyüdü. Kıpkırmızı kesildiğimi hissediyordum. Kalabalık içinde böyle davranmaktan utanmıyor muydu bu adam? "Şey, sen çok güzel uyuyordun. Uyandırmak istemedim. Uyandığında kaldığımız yerden devam ederiz diye düşündüm," Kuruyan dudaklarımı dilimin yardımıyla ıslattım. "Bu yüzden sen uyanana kadar etrafı gezeyim dedim. Nasıl olsa beni arardın. Biliyorsun, geldiğimizden beri dört gün geçti ve biz otel odasından hiç çıkmadık." İnledi ve yoğun bir öpücük bıraktı köprücük kemiğime.

Yüzüme baktığında lacivert gözlerindeki tutkuyu gördüm. "Bir daha sakın yalnız dışarı çıkmıyorsun. Bana haber ver. Dışarıda milyonlarca erkek var ve hiçbiri senden gözünü alamıyor, tıpkı benim gibi." Utanarak etrafa baktım. Haklıydı. Herkes bize bakıyordu ama hepsinin kıskançlığını hissedebiliyordum. Bazı kadınlar sevgililerini ya da kocalarını bize daha çok bakmamaları için çekiştiriyor, bazıları ise beni kıskandığını belli ediyordu.

"Şu an çevremizdeki çoğu bayan bana kızgın bakışlar yolluyor. Seni istiyorlar." dedim açık sözlülükle. "Ama sen benimsin."

İnlediğini duydum. Beni daha sıkı kavradı. "Sana doyamıyorum." Dudaklarımı dudaklarıyla örttü. Baskı yapıyordu. Bir kaç saniye dudaklarını iyice hissettikten sonra sabırsız dilini içime itmesine izin verdim. Ağzımın her yerini işgal etmesi hoşuma gidiyordu. Onun varlığını hissediyordum. Benimleydi. Dili dilimle dans etti. İnlememe hakim olamayınca Canavar'ı daha sert hissettim. Bir yere tutunmalıydım. Zevkten dolayı kendimi kaybedebilirdim. Ellerimi yumuşak saçlarının arasına ittim. İkimizin de nefes alması gerekince dilini çekti ve bir süre dudağımı dişledikten sonra beni bıraktı. Ah, beni öldürüyordu.

Yüzüme vuran güneşle göz kapaklarımı sıktım. Rahatsız ediyordu. Güneşe sırtımı döndüm. Başımda oluşan hafif ağrının nedenini merak ettim. Artık uyanmıştım, geri uyuyamazdım. Gözlerimi yavaşça açtığımda karşımdaki manzara ile şaşkına döndüm. Gözlerini bana dikmiş, yüzüne sinsi bir gülümseme yerleştirmiş ve dirseğini yastığına, başını da avuç içine yaslayarak beni izleyen bir Klaus beklemiyordum. Gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Etrafa bakınca onun evinde olduğumu anladım. Tanrım, sadece bir rüyaydı. Kahretsin. Onu istiyordum. Onu cidden istiyordum. Ellerini ve dudaklarını her yerimde istiyordum. Sadece benim olmasını istiyordum.

Düşündüklerimle kızardım. Ve ona arkamı döndüm. Sırıttığını hissedebiliyordum. "Güzel bir rüya gördün anlaşılan." Nefesini enseme bırakınca bir titreme dalgası geçti vücudumdan.

Hiding My Heart (Klaroline)Where stories live. Discover now