Bölüm 42: '1Numaralı Şüpheli'

Start from the beginning
                                    

Kalmak istedim. Kalmak, öylece durmak, sabit ve hareketsiz halde... Tabiatın sunduklarına büyük bir hayranlık içinde, ocakta kaynayan çaydanlığın dahi gözüme sonsuz güzellikte göründüğü o yerde... Hayatın gündelik akışından, o çıldırtıcı rutinliğin içinden naifçe süzülüyordum. Egzoz dumanları ciğerlerime temiz hava pompalıyor, Ortadoğu'da çocuklara tanklardan güller atılıyor, aylardan ocak fakat güneş ısısı otuz beş dereceyi aşmış, tüm açlar doymuş ve uçaklar... Uçaklar tedavülden kalkmış. Otogarlar, limanlar, tren garları kapatılmış. Ülke, bilfiil mutluluk işgalinde... Mutlu insan, mutluluğu bulmuş insan yerinden kımıldar mı hiç? Artık hangi arzu bizi eyleme itecek, hangi şartlar altında harekete zorlanacağız?

-İfşa

Dedi, bir ses. Mutlu olduğun ifşa olursa bağlı bulunduğun mutluluktan ivedilikle tehcir edilirsin. Kalamazsın. Orada kalamazsın. Yanında kalamazsın.

Aklında?

-Belki.

***

Henüz bağlı bulunduğumuz mutluluğun ifşa olmadığı günlerdi. Yeni bir yılın ikinci sabahı... İfşa olan tek şey, bir gece önce üç şişe şarap eşliğinde dile gelen Yağız'ın dram-aksiyon türünde varlık gösteren sır dolu geçmişiydi.

"Yakala!" dedi, montunun cebinden çıkardığı bir anahtarı elime doğru her zamanki isabet yeteneği ile fırlatırken.

Kahvaltının ardından son derece kalın bir kaban, yünlü giysiler, keçe eldivenler hatta sırtıma yapıştırdığı ısı bantları ve bir o kadar da hantal botlar eşliğinde dışarı çıkarmıştı beni. Yüzüne ne yapmaya çalıştığını anlamak ister gibi baktığımda ise "üzerini çıkardığım zamanlar daha keyifli görünüyorsun ama dışarısı gerçekten soğuk. Bu kez seni soymam değil giydirmem gerekiyor" cevabını vermişti.

Elimde anahtarlar, üzerimde Eskimo'ları andıran kalınlıktaki giysiler ile evin bahçe kapısına geldiğimde, Yağız tarafından böylesine sarılıp sarmalanmamın sebebini anlamıştım.

Bahçe kapısının iki yanında bekleyen iki iri kıyım adamın arkasında Kawasaki marka bir motosiklet duruyordu.

"Bu havada?" dedim, arkamdan gelmekte olan Yağız'a dönerek. "Motosiklete mi bineceğiz?"

"Vücut ısını termometrede yazan rakamlar mı belirliyor yoksa izbe bir barda içtiğin sekiz kutu bira mı?"

"Anlamadım?" dedim, şaşkın gözlerle yüzüne bakarak. Yağız ise yüzünde oluşturduğu imalı bir tebessümle elinde tuttuğu kaskı çarçabuk başıma geçirdi.

"Atla."

"Yağız! Cevap verir misin? Ne demek ist-... Bir dakika... Yok artık. Yoksa o, barda sarhoş olup sızdığım gece motosikletle..."

Ben cümlemi tamamlayamadan Yağız, kaskın cam bölmesini hızla aşağı indirdi. Artık sesim kaskın dışına mırıldanmayı andırır şekilde çıkıyordu. Yağız'ın sesi ise daha çok beni taklit eder gibi çıkıyordu:

"Bir şey soracağım. Sahiden motosikletle mi götüreceksin beni eve? Ah, bu çok iyi! Aylardan Aralık ama bence hava çok güzel. Kafam da çok güzel. Her şey çok güzel. Evlere kurye servisi mi var bu barın? Bu da çok güzel. Ama... Hamburger miyim ben? Sahiden motosikletle mi götüreceksin beni eve? Çok güzel. Aylardan Aralık..."

"Ne?" dedim hayretle gözlerimi açarak. "Ben mi dedim sana bunları?"

"Bilmem. Ama sana oldukça benziyordu" dedi, motora binerken. "Atla haydi."

Şaşkınlıktan fal taşı gibi açılan gözlerimi eski boyutlarına kavuşturup Yağız'ın arkasına bindim. İnanılır gibi değildi. Yağız'ın gidişinin travması altında işkenceler çeken ruhumu bar köşelerinde içkinin tesiriyle dizginlediğim o gece, sızdığım masadan beni toplayıp motosiklete bindirerek evime götüren kasklı adam Yağız'dı. Hoş, nesine şaşırıyordum ki bunun? Sokak kapımın önünden geçen bir kedi dahi Yağız olabilirdi.

Kırmızı AnahtarWhere stories live. Discover now