0.4

191 23 15
                                    

[Kaan Boşnak - Böyle Güzelsin Hep Böyle Kal]

Yağmur ve kar karışık bir yağış gökyüzünü esir alırken evde laptop karşısında pinekliyordum. Dünden beri sürekli ya yağmur ya kar yağıyordu delirecektim artık. Paten sürmemek için kendimi zor tutuyordum çünkü sürsem, sağ çıkamazdım biliyorum. O kaygan zeminlerde sürekli düşüp yuvarlanıp geberip gidecektim. Bunu daha göze alamazdım şimdi.

Gözlerimi birkaç dakika dinlendirip yataktan doğrulduğumda kafamı pencereye çevirdim, yağmurun rahatsız edici sesi pencereye vuruyordu. Kar taneleri o kadar minikti ki görmek mümkün değildi. Pencereye bakarken aklıma cumartesi günü geldi.

Cumartesi paten sürmek için dışarıya çıkmıştım -daha çok düşüncelerimi açığı çıkarmak için- ve sürerken Alkan'ın omzuna çarpıp düşecektim ama kolumdan tutup beni yere düşmekten kurtarmıştı. Ona minnettar değildim çünkü çok fazla yere düştüğümden alışmıştım, bu yüzden dizlerim sürekli yara içindeydi. Gerçi daha farklı yaralarım vardı, en derinden hissettiğim.

Ya da uyuştuğundan hissedemediğim.

Yere düşmelerimin en büyük sebebi düşüncelerimin beni itip kakmasıydı. Kendimi sürekli düşünce çukuruna bırakıp gerçek hayatla bağımı koparıyordum ve bu beni dalgın yaptığından neye takıldığımı fark edemeden yeri boyluyordum. Kayboluyordum.

Bu yüzden düştüğümde hiçbir zaman yara olmuş dizlerime veya herhangi bir yerimi iyileştirmek için uğraşmazdım bile. Sadece ne kadar yara aldığıma bakar geçerdim.

Cumartesiyi daha fazla düşünürken aklıma ona söylediğim son cümle geldi.

Bir kar tanesi olup erimek istiyorum.

Bu anlamsız veya saçma cümleyi neden ona söylediğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Felsefe mi yapmaya çalışmıştım acaba? Ben felsefeden ne anlardım ki? Daha iki kelimeyi bir araya getirip yazamazken felsefe mi yapacaktım cidden, bu ben değildim. O hâlde ben kimdim?

Beceriksiz, aptal bir mazoşist mi? Tanrım... ben mazoşist olmayı bile beceremem.

Sırf sürekli düştüğü için ve her yeri yara bere olduğu için mazoşist olunur muydu? Tabii ki olmazdı, neler düşünüyordum yine... Keşke biri düşüncelerimi alıp yanında götürseydi ve beni kendi halime bıraksaydı. Yoksa kendi kendime delirecek ve bir yerlere asacaktım kendimi.

"Esin aç mısın?" Annem birden odamın kapısını açtığında irkildim. "Kapımı daha yavaşça açtığın sürece hep açım."

"Kalk o zaman." Gözlerimi devirdim. "Ben hazırlayacağım, değil mi?" Kafasını salladı. Odamdan çıkıp kapıyı örttüğünde elimi karnıma götürdüm. Galiba aç değildim. Annemin duyacağı şekilde bağırdım. "Aç değilim!" O da aynı ses tonuyla bana bağırarak tamam dedi.

Böylece ev eski sakinliğine döndüğünde yağmurun cama vurma sesi devam etti. Yağmurun sesine eşlik eden benim cep telefonumun mesaj sesi olmuştu.

Alkan: Hey

Esin: ?

Alkan: Tamam

Esin: Ne?

Alkan: Hiç

Alkan: Sadece yaşayıp yaşamadığını kontrol ettim.

Esin: Cevabını aldın mı?

Alkan: Evet

Alkan: Yaşamıyormuşsun

Esin: Hayır, cevabı bu değildi

Esin: Yaşayamıyormuşum:d

Görüldü yapmadığından çıktım. Yarın okul vardı, sabahımı işkenceye çeviren öğlenimi harcayan ve yine akşamımı mahveden okul. Daha kötüsü haftaya babamın yanına gidecektim... Bir hafta, daha ne kadar kötü olabilirdi ki? Tekrar bir mesaj geldiğinde telefonumu elime aldım.

Alkan: Beceriksiz::d
(Görüldü)

surly IIWhere stories live. Discover now