0.0

436 30 64
                                    

[Lana Del Rey - Dark Paradise]

Araştırma ödevinin son satırını da yazdıktan sonra parmaklarımı tek tek ovuşturdum. Yazdıklarım A4 kâğıdının yarısını kaplamış olsa da ellerim bu kadar yazıya alışık olmadığından uyuşmuştu.

Derslerde pek başarılı olduğum söylenemezdi. Sınıfın, hayır, okulun en başarısız öğrencileri arasındaydım. Başarısız olduğumuz yetmezmiş gibi bir de öğretmenlerinde sevmediği kişiler arasındaydık. Gerçi hangi öğretmen başarısız öğrencileri severdi ki? Ben bile kendimi sevmezken başkalarının beni sevmesini bekleyemezdim. Umrumda da olmazdı.

Bu başarısızlığımız yüzünden Müdür bir toplantı düzenleyip öğretmenleri konferans salonuna çağırmıştı. Kimsenin tahmin edemeyeceği bir fikir atmıştı ortaya ve öğretmenlerin onayından da geçtikten sonra düzene koyulmuştu.

Okuldaki başarısız öğrencilerin normal okul saatleri dışında da ders almalarıydı. Yani eve akşam saatlerinde dönüyorduk, bu bok gibi fikir yüzünden. Bazı velilerin hoşuna gitsede gitmeyenlerin de vardı tabii ama çocukları yüzünden bunu kabul etmek zorunda kalmışlardı. Benim annem bu fikri beğenenlerdendi.

Bu sisteme uymayanlara ceza bile veriliyordu ama bunu anneme anlatsam bile umursamıyordu.

Neymiş, disiplinmiş...

Hatta geçenlerde koridorları hep temizlemiş ve eve bir ölü gibi girdiğimde annem kurallara uysaydın ceza almazdın demişti. O cezayı da ödevi yapmadığım için almıştım. Küçük hatalarımızda sınıfımızı, orta dereceli hatalarımızda koridorları, büyük hatalarımızda ise lavaboları temizleme cezası vardı.

Ben sürekli küçük hata -derste uyuma gibi- yaptığımdan bu sefer akıllanmam için verilmiş cezaydı. Bu cezaları veren hocanın kafasını duvara sürtme isteğiyle dolar taşar sonra boğulurdum.

Parmaklarımı ovuşturmayı bırakıp kalemi tekrar elime aldım ve son olarak ödevin kapağına adımı ve soyadımı yazdım.

Esin Akıner.

***

"Hadisene kızım ya! Neyi bekliyorsun ölmemi mi?"

Bağcıklarımı bağlamaktan zaten nefret ediyordum. Birde Beril'in sesi, her bağcık bağladığımda beni sürekli çileden çıkarıyordu. "Tamam, geliyorum!" Bağcık bağlama işim bittiğinde elimdeki ödevi daha sıkı sarıp arkasından koşturdum. "Ne acelen var, Allah aşkına!" Dudaklarını büzüp elini karnına, hayır, midesine götürdü.

"Midem açlıktan ölüyor! Onu yaşatmam lazım." Gözlerimi devirdiğimde elimden tutup kafeteryanın olduğu kata indirdi. Sürükledi desek daha doğru olurdu, çünkü elim onun elinde kalacağına benziyordu. O beni sürüklerken diğer elimdeki ödevi daha sıkı sardım, düşüp ölmesini istemezdim. Sonuçta ilk defa özen göstermiştim.

Kafeteryaya geldiğimizde gözleri ışıldamaya başladı. "Ah, midem çok mutlu oldu şu an!" Gözlerimi devirdiğimde bana döndü. Gülen yüzü benim suratımı görünce soldu. "Şu yüzün var ya sen yaşlanmadan kırışacak ha, demedi deme," deyip tekrar önüne döndü ve yemek sırasına girdi koştura koştura.

Pek iştahım olmadığından ikimize yer bulmaya çalışırken pencere kenarında iki kişilik yer gördüğümde yavaş adımlarla oraya ilerledim. İki adımlık yer kalmıştı ki kapmama biri aniden önüme geçip oturdu.

Gözlerimi kısarak kapan kişiye baktım.

Alkan Yağız Hünkâroğlu.

Cümle gibi olan adı ve soyadı vardı, gerçi hayatı da birkaç cümlelikti. Genel olarak isimleri bile zor aklımda tutmama rağmen onunla ortaokuldan beri tanıştığım için istemsiz ezberlemiştim. Tabii bir yıl boyunca aklımda tutmak zor olmuştu.

En iyi arkadaşım Beril'den önce tanıyordum onu.

"Önce ben gördüm burayı ve önce ben geldim, kalk!"

"Önce sen geldin ama ben oturuyorum?" Seslice ofladım. Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi yine kıstım.

"Kalkar mısın Yağız Bey," dediğimde kaşlarını çattı ve aniden sandalyeden kalktığında irkildim. Boyu benim bir milyon katımdı.

"Sana kaç defa söyledim, Yağız ismini bana karşı kullanma diye." Kollarımı birbirine bağladım. "Ah, pardon. Yağız Bey." Son iki kelimeyi daha çok vurguladığımda daha çok sinirlendi. Onu çok sinir etmeme rağmen bana karşı sinirini pek göstermezdi.

Elleriyle saçını karıştırdığında omzuma çarpıp yanımdan geçti. Evet, hep böyle yapıyordu; onu sinir ederdim ve saçlarını karıştırıp omzuma çarparak yanımdan geçerdi.

Sandalyelerin yanına gidip onun oturduğu sandalyenin yanındaki sandalyeye oturdum. Oturduğum sırada Beril geldi. "Ah, şu sıralar! Beni öldürecek bir gün," deyip yanıma oturdu ve hemen yemeklerine gömüldü. Ben de telefonumu açıp internet sitelerine girdim. Biraz oyalandıktan sonra sıkılıp kapatmıştım, Beril de son olarak meyve suyunu yudumluyordu. Kolumu masaya dayayıp avucumu çeneme yasladım.

"Çok hızlı yiyorsun. Miden boğulup ölmesin?" Dedim ruhsuzca.

"Boğulacaksa, ölümü yemekten olsun."

Ayaklanıp tepsiyi aldı ve çöp kutusuna atarken ben de arkasından geliyordum. Meyve suyunun pipetinden garip sesler çıktığında çöp kutusuna attı. Kafeteryadan çıkıp sınıfa ilerledik ve arka sıralara geçtik, ödevimi sıranın altına koyup kafamı sıraya gömdüm. Beril de benimle aynı anda kafasını sıraya gömdü. Sonra bir şeyin eksikliğini düşünerek çantamın ön gözünü aradım. Kulaklığımı çıkarıp telefonuma taktım ve müzik listesinden rastgele bir müzik seçip tekrar kafamı sıraya gömüyordum ki bir el alnımın altına gelip beni engelledi.

Alnımı ovuştururken kafamı kaldırdım. "Ne?"

"Ödevi yaptın mı?"

"Evet."

"Bana da yapsana."

"Hayır."

"Beş lira versem?"

"Hayır."

"On beş?"

"Ne zamana?"

"Yarına," deyip yanımdan uzaklaştı. Mutlaka her sene bir şekilde bana para harcıyordu. Tamam, tembeldim ben ama o benden katbekat daha tembeldi ve yapmak için uğraşmaz bana gelirdi. Ben de ondan aldığım parayla kendime kitap alırdım ya da kafeye gidip kendime dilimlik pastalardan alırdım. O en sevdiğim çikolata parçacıklı pasta dilimlerden...

Şu an alacağım ve indirime girmiş bir kitap vardı, onu almak için sabırsızlanıyordum. Annem her hafta bana harçlık veriyordu ama sadece öğle yemeği içindi harçlıkları. Onun dışında bana, çalışıp kendi paramı kazanmamı istiyordu lâkin ben, çalışmak için fazla üşengeç biriydim.

Matematik hocası içeriye girdiğinde sınıfa sessizlik çökmüştü. Okunmuş yazılı kâğıtlarını masaya bırakıp sandalyesine oturdu.

"İsmini okuduğum kişi yanıma gelsin." Ya da direkt uçurumdan atlasın.

::)

surly IIWhere stories live. Discover now