BÖLÜM 26

4.4K 226 48
                                    

FİNALE YAKLAŞIRKEN YENİ BİR BÖLÜMLE HEPİNİZE MERHABA. SON BÖLÜMLERİ BİRAZ ARALIKLI PAYLAŞIYORUM. FİNAL VE ÖNCESİNDEKİ BİRKAÇ BÖLÜMÜN ÇOK İYİ OLMASINI İSTİYORUM. SON BİRKAÇ BÖLÜM VE ARDINDAN YENİ BİR HİKAYE SİZLERLE OLACAK. İYİ OKUMALAR DİLİYORUM ARKADAŞLAR.

Günler Halil ile Boran için, iyisi ve kötüsüyle akıp gidiyordu. İki aşık birer yaprak gibi, ayrı köşelere savrulmuştu. Uzun zamandır birbirleriyle diyalog kurmuyor, telefonla dahi görüşmüyorlardı. Bu durumun en büyük nedeni, Halil'in kız kardeşini düşünmesi ve fedakarlık göstermesiydi. Bu nedenle de, işine odaklanıyor ve olan bitenden uzak kalmaya devam ediyordu.

İçinde yaşadığı fırtınalar, beyninde çakan şimşekler, Boran'ın her karesini düşündüğünde gönlünde açan çiçekler...Hayatı oldukça karışık bir hal almıştı. Uzaklaştıkça yakınlaşıyordu aslında Boran'a. Uzak kaldıkça daha çok düşünüyor, aklından neredeyse hiç çıkaramıyordu. Acı çekiyor, susuyor, içinden çığlıklar atıyordu sessizce.

Boran ise ailesinin uygun gördüğü bir kızla nişanlanmış, ne yapacağını bilmeyen bir erkekti artık. İstediği bir ilişki ya da nişanlılık süreci değildi bu. Ancak örf ve adetlerin getirisiyle, aile büyüklerine itiraz edemiyordu. İtiraz etme cürretine kalkıştığında, bir açıklaması bile olamazdı zaten. Mutluluk maskesiyle ortalarda dolaşan, mutsuz, hatta umutsuz biriydi artık. O da Şaheste'yle geçirdiği zamanların dışında, kendini evden uzaklaştırıyor ve iş hayatına veriyordu. İki adamında ruh hali neredeyse aynıydı.

Halil o gün işyerinde yapması gereken işleri özenle yapmış, kendine boş kalmak için şans vermemişti. Ancak saatler ilerliyor ve işten çıkıp eve dönme vakti yaklaşıyordu. İstese evden uzak kalabilir ve zamanını dışarda geçirebilirdi. Ancak ailesinin dikkatini çekecek değişiklikler yapmak istemiyordu. Ne de olsa güvense bile, evde durumu bilen iki kişi yaşıyordu. Bu nedenle zamanının bir bölümünü evde geçirmek, özellikle odasına kapanarak kendi dünyasında yaşamak, Halil için daha cezbedici bir hal almıştı.

İki adamda psikolojik bir çöküntü içine girmişti. Ancak gururları nedeniyle, birbirlerine bir mesaj dahi yollayamıyor ve uzak kalmayı tercih ediyorlardı. Oysa ki yüzyüze gelmeleri ve bir merhaba demeleri, özlemlerini giderecek olan kavuşmaya ve sarılmaya yetecekti.

Hava kararmaya başlamış ve konağa dönme vakti gelmişti. Ölü gibi hisseden Halil, ceketini üzerine giydi. Ofisinden gerekli olan herşeyi aldıktan sonra, işyerinden ayrıldı. Düşünceli haliyle aracına bindi ve çalıştırdı. Eve doğru yolculuk başlamıştı yine.

Hava iyice kararmıştı. Halil eve gelmiş, odasına çıkmıştı. Üzerindeki giysileri çıkarıp, eşofman ve tişört giymişti. Yatağına uzandı ve dinlenmeye çekildi. Akşam yemeği için aşağı inmemiş, halsiz hissettiğini söyleyerek müsaade istemişti. Odanın penceresinden mutluluk dolu kahkaha sesleri geliyordu. Ancak bir kişi daha hüzünlü ve düşünceliydi. Rojda!

Rojda olanları işittiği için, aklından çıkmıyordu. Yemek boyunca herkes mutlu görünürken, o da olan biteni düşünüyordu. Genç kız, içinden kendi kendine konuşuyor, kendine sorular soruyordu.

- Çok üzgün hissediyor. Bunu görebiliyorum işte. Onun için kendini yiyip bitiriyor. Değiyor mu acaba kendini üzdüğüne? O üzülürken, Boran abi kardeşiyle evlenme yolunda. Yoksa tek taraflı mı sevgisi? Çok yazık, çok üzülüyorum. Ama ona soramam ki, derdini tasasını. Zaten stres dolu günler geçiriyor. Bir de benim bildiğimi öğrenirse, kendini kaybedebilir. Evet evet! Sır olarak saklayacağım bunu. Sevmek çok güzel ama çok zor bir şey. Bunu iyi biliyorum ve bende saklı kalacak.

Rojda işte tüm bu düşüncelerle geçirmişti akşam yemeğini. Soru soran olursa dil ucuyla cevaplıyor, ardından yine düşüncelere dalıyordu.

Yemek saatinin sonlarına doğru, masadan ilk kalkan Rojda olmuştu. Mutfağa gidip bir bardak daha su içti. Ardından konağa girerek, babasının bulunduğu odaya doğru ilerledi. Kapı açıktı ve gözlerinin yanıldığı hissine kapıldı. Sanki babası bir ayağını yatağa geri yerleştirmişti. Yorgunluk onu hayaller alemine götürmüştü belkide. Düşündükleri ağır gelmiş olabilirdi genç bünyesine. Odaya doğru ilerledi ve başını silkeledi. Ardından odaya girdi. Babası yerinde yatıyordu ve gözleri kapalıydı. Muhtemelen uyuyor olmalıydı. Yanına sessizce diz çöktü Rojda. Sessiz sessiz fısıldamaya başladı.

- İyileş artık baba. Senin desteğine sonsuz ihtiyaç duyuyorum. Gücüm yetmiyor herşeye. Aklımın almadığı olaylar oluyor ve ben bir çıkış yolu bulamıyorum. Sussam kendime, konuşsam Halil'e ederim biliyorum. Nolur bir an önce iyileş. Güç veren sözlerini fısılda kızına.

Rojda babasının yanında bir süre kaldıktan sonra, babasının üzerini örterek odadan ayrıldı. Artık dinlenme vakti yaklaşıyordu. Odasına gitmeden önce, avluya geri döndü. Sofra toplanmış ve tabakların yerini mis gibi kokan kahveler almıştı. Narin bir ses tonuyla konuşmaya başladı Rojda:

- Afiyet olsun. Keşke seslenseydiniz de ben yapsaydım kahvelerinizi.

Bunun üzerine Devran ağa cevap verdi:

- Sağol güzel kızım. Kara kızım benim, babanın yanındasın diye seslenmedik.
- Kızım, gel geç otur sende.
- Sağol amcacığım. Yok oturmayayım anne. Odama geçip kitap okuyacağım. Sonra da yatar uyurum. Babam uyumuş üzerini örttüm ben.
- He tamam kızım. Ben ilgilenirim babanla. Git dinlen sen, hadi iyi geceler.
- Hepinize iyi geceler o zaman.

Rojda müsaade istedikten sonra odasına gitti. Saat ilerlemiş ve yatma vakti gelmişti. Bir süre kitap okuyan Rojda, ardından ışığı kapattı ve yatağına yattı. Düşünceler içinde savrulurken uyuyup kalmıştı.

Ertesi gün sabah kahvaltısı için, tüm aile erken saatlerde kalkmıştı. Herkes yavaş yavaş hazırlanıyor ve odasından çıkıyor, Zeliha'nın kurduğu kahvaltı masasında toplanıyordu. Halil kalkmak istemese de, kalkmış ve üzerini değiştirmişti. Kahvaltı yapacak ve işinin başına geçmek için yola çıkacaktı. Son dokunuşlarını yaptıktan sonra, o da aşağı indi. Herkes masada yerini almıştı. Birbirlerine ''Günaydın'' dileklerini ilettiler ve kahvaltıya başladılar. Sabahın ilk saatlerinde ortam sessiz sakindi. Aradan bir süre geçtikten sonra, Devran ağanın telefonu bozdu ortamdaki sessizliği. Devran ağa telefonuna uzanırken, Emine atıldı:

- Kim o bey sabahın köründe?

Devran ağanın verdiği cevap ortamın gerilmesine neden olacaktı.

- Allah Allah, Serap kızım arıyor. Hayırdır inşallah.

Bunu duyan Halil ve Rojda, şaşkınlık içinde Devran ağaya baktılar. Öyle ki, telefonun açılması herşeyin sonuna işaret ediyor gibiydi ikisi için. Ardından birbirlerine baktılar. Serap'ın telefonu, herşeyi alt üst edebilirdi...

HALİL İLE BORANWhere stories live. Discover now