BÖLÜM 12

6.9K 335 23
                                    

Merhaba arkadaşlar. Bu bölümle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Hikayemizin gidişatında, adli otopsi işlemleri yer alıyordu. Ben yazarken, bir yandan araştırdım bu süreci. Net bir sonuca ulaşamadım, ancak birkaç bilgi edindim. O bilgiler ışında bu bölümü ve diğer bölümü yazdım, yazacağım. Ayrıca, hikayemize yakında çok etkili olacak bir karakter katılacağının müjdesini vereyim. İyi okumalar dilerim herkese. İyi ki varsınız, yanımda hissediyorum hepinizi.

Halil'in kendinde olmayışı ve ''Biz mi sebep olduk?'' diye ağzından kaçırması, büyük bir talihsizlik olmuştu. Babası günün gerginliği ile, bu sözün üzerine söze girdi:

- Biz neden sebep olacağız lan?

Babası o sinirle ayağa kalkmaya yeltendi. Onu durdurmak Murat ağa ve Derman ağaya düşerken, Boran bu olaya bir son vermek için atıldı:

- Yapma Devran amca! Baksana kendinde değil Halil. Ne dediğini bilmiyor şu an.
- Götürün karşımdan! Götürün, yoksa elimden bir kaza çıkacak!
- Halil, Halil gel. Gel odana çıkarayım seni.

Boran daha fazla gerginlik yaşanmaması için, dahası Halil'in bir aptallık edip ağzından birşey kaçırmaması için, Halil'i hızlı bir şekilde oradan uzaklaştırdı. Halil gerçekten bitik durumdaydı. Ne dediğini, dediklerinin ne sonuçlar doğuracagını farkedemeyecek kadar, ağır yaşıyordu hüznünü.

Mahmut ağaya olan sevgisi bambaşkaydı çünkü. İlkokul zamanları, okula en çok o gelir giderdi. Okuldan çıkınca, dedesi olurdu yanında ve onu kitap almaya götürürdü. Babasının azarladığı zamanlarda, ilk koştuğu kucak dedesinin kucağı olurdu. Her yönüyle sevgisi başkaydı dedesine. Gün içinde artık olmayacağını idrak ettikçe, psikolojik olarak çökmüştü Halil. Dahası, buna Boran ile ikisinin sebep olmuş olabileceği düşüncesi, Halil'i mahvetmişti. Hiçbir şekilde dedesinin ölümünü unutmayacaktı. Ancak Otopsi sonuçları, azda olsa onu rahatlatabilirdi.

Boran Halil'in koluna girip, yavaş adımlarla odasına çıkardı. Odanın kapısını açıp, Halil'i odaya soktu.

- Dur Halil, dur yatağın örtüsünü açayım. Hah, geç uzan şöyle.

Halil uzandığı gibi, kollarını uzattı Boran'a. Boynuna sarılarak doğruldu ve ağlamaya başladı. Sanki Boran'dan güç alıyor gibiydi. Boran'da ona sarıldı sıkıca. Ağlarken omzuna yatmıştı Halil. Boran elini Halil'in saçında gezdirirken, yüzündeki üzgün ifadeyi saklaması imkansızdı. Halil ağlarken Boran söze girdi:

- Yapma, nolur üzme kendini. İstediğin kadar ağla, dök içini. Ama sorumlu tutma bizi. Talihsiz bir kazaydı bu.

Halil Boran'a sarılıp, içinden geldiğince ağlıyordu. Çocukluğundaki gibi, utanmadan ve sıkılmadan gözyaşı döküyordu. Bir süre bu şekilde devam ettikten sonra, Boran Halil'i yerine yatırıp üzerini örttü. Çok geçmeden dalıp gitmişti Halil. Boran alnını, saçını, yanağını okşadı bir süre. Ardından dinlenmesi için onu odada yalnız bıraktı. Odadan çıkıp alt kata indi.

.....

Aradan bir süre geçmişti. Günler zor geçiyordu. Çünkü bir cevap bekliyordu, Köroğlu ailesi. Bu bekleyiş hem yormuştu herkesi hem de azda olsa güç kuvvet toplamalarını sağlamıştı. Halil'de biraz daha iyi olmuş, kendini bulmuştu. O gün uyandığında, penceresini araladı ve dışarı baktı. Hava serin ama güneşliydi. Ölüm varolsa bile, hayat devam ediyordu işte. Günler böyle geçip gidiyordu. Kuşların cıvıltısı son bulur muydu, dünya sona ermedikçe? Ya yemyeşil ağaçların, o dinlendiren kokusu yok olur muydu? Bir ölüm, bin ölüme sebep olur muydu hiç?

Halil çok düşünmüştü geçen süre içinde. Neler olduğunu öğrenene kadar rahat edemeyecekti belki. Ancak kendini toplaması gerektiğini farketmişti. Çünkü o Köroğlu'nun bel bağladığı adamlardan biriydi. O güçlü olmalıydı. O örnek bir erkek olmalı ve öyle yaşamalıydı. Aileden sadece Halil'in amcası Derman ağa ve Babası Devran ağa, gerektikçe işyerine gidiyorlardı. Bunun dışında Jandarmanın yolunu yol etmişlerdi iki kardeş. Bir an önce sonuç hakkında bilgi almayı istiyorlardı. Bu iki kardeş, kaza ve intiharın yanında, cinayet olasılığından da şüphe duyuyorlardı çünkü. Oturup bunu çoktan konuşmuşlardı bir çay bahçesinde. Ancak düşündükçe, işin içinde kayboluyorlardı. Çünkü çok asil bir aile hayatı sürmüşlerdi. Yine de insanın bilmediği düşmanları olabilirdi. Büyük bir iş sahaları vardı ve iş ile ilgili ilişkileri, bilmedikleri bir rekabet ve düşmanlık oluşturabilirdi. En kötüsü ise, babalarının bildiği ve onların bilmediği bir düşmanı var mıydı?

Halil pencerede bir süre vakit geçirip, hayatın devam ettiğini adeta idrak ettikten sonra, içeri döndü. Elini yüzünü yıkadı ve tekrar odasına geçip dolabını açtı. Siyah, vücuduna oturan, V yakalı bir tişört aldı önce. Ardından mavi bir kot pantolon çıkardı dolaptan. Siyah süet bir ayakkabı ile, o gün için giyeceklerini tamamlamıştı. Çok geçmeden her birini taktı üzerine. Saçını, başını düzeltip kendine aynada bir kez daha baktı. Çok yakışıklı bir adamdı Halil. Gözlerinin parıltısı, o gönül yorgunluğuna rağmen sönmemişti. Hafif bir tebessüm etti, aynadaki görüntüsüne ve odadan çıkıp, alt kata indi.

Kahvaltı hazırlanmış, herkes toplanmaya başlamıştı. Bir burukluk vardı mutlaka hepsinde. Günlerdir ayaküstü yenen yemekler, hatta yenemeyen öğünlerden sonra, ilk dedesiz, babasız kahvaltı masaları buydu. Devran ve Derman ağa, metanetli tavırlarından hiç ödün vermemişlerdi. Saliha ve Emine ise, yavaş yavaş toplarlanmak zorundaydılar. Ne de olsa ikiside birer anneydi. Kızlar ise, hüzünle birlikte pek değişmeyen günlük rutinlerine devam ediyorlardı. Günlerdir Karahan'lar hiç bir şekilde, yalnız bırakmamıştı aileyi. Muhtemelen yine misafir olacaklardı destek vermek için. Ancak kahvaltı masaları, bizbize dedikleri türdendi işte. Halil masaya geçerken geçen günlere nazaran, biraz daha canlı bir ses tonuyla konuştu:

- Günaydın herkese.
- Günaydın Halil, geç oğlum yerine.
- Günaydın oğlum, daha iyi misin bugün?
- Sağol yenge günaydın. İyiyim anne iyiyim, biraz daha iyice hissediyorum.
- Baba, amca size de günaydın.
- Günaydın Oğlum.
- Günaydın.


Kızlara da günaydın dedikten sonra, babalarının lokmasıyla birlikte kahvaltı başlamıştı. Halil daha iyi hissediyordu, ancak geçmiş dertlerini de unutmuyordu elbette. Çayını kafasına dikerken, Rojda'nın tebessüm ederek onu izlediğini farketti. Çay bardağını masaya bırakırken bile, Rojda'ya bakmaktan vazgeçmedi bu kez. Sahtede olsa bir gülümseme yolladı ve konuşmaya başladı:

- Sen nasılsın Rojda? İyi oldun inşallah biraz.
- İyiyim Halil abi. Bugün okula gidecektim ama, Cuma diye vazgeçtim. Artık pazartesi geri döneceğim.
- Oh, oh sevindim iyi olmana. Belli zaten, yüzün gülücük saçıyor. Hep böyle ol Rojda.


Aslında kurulan cümlelerde ima vardı. Ancak Rojda, genç ve tecrübesiz bir kız olmasına rağmen, hiçbir şekilde tutumundan ödün vermiyordu. Hiçbir endişe, benim olduğum anlaşılır korkusu vb. tavır sergilemiyordu. Bu da Halil'i ister istemez çileden çıkarıyordu. Bu gidişatın sonu, büyük bir yüzleşme olabilirdi.

Abisinin son sözü ile birlikte, Şaheste ayaklandı ve abisinin çay bardağını aldı:

- Hemen doldurup geleyim abi.
- Hay sen çok yaşa Şaheste, bir zahmet.


Şaheste mutfağa girerken, kapı o günü hatırlatır sertlikte çalmıştı. Herkes önce birbirine baktı ve Devran ağa yerinden kalktı. Öyle hızlı bir kalkış olmuştu ki, son lokmasını tabağına bırakıp kapıya koşmuştu. Kapıyı açtığında, gelenleri içeri buyur etti Devran ağa. Gelenler birkaç Jandarma er ve o kötü haberi getiren Komutandı. Komutanın bahçeye girişiyle, herkes masadan ayaklandı. Şaheste mutfağın kapısından çıkıyordu ki, elinde dolu bardakla kalakaldı. Bu ziyareti hepsi bekliyordu çünkü.

Kadınlar masanın etrafında, ellerini dua eder gibi tutarcasına tutup bekliyordu. Devran ve Derman ağa, komutanın dibinde dururken, Halil masadan kalkıp arkasını dönmüş, resmen komutanın dudaklarına bakıyordu.

- Selamun Aleyküm Devran ağa!
- Aleyküm Selam komutan, hoşgeldin!
- Babanızla ilgili otopsi araştırması tamamlandı. Haberi iletmek için rahatsız ettik.


Komutan elinde bulunan evrakı, Devran ağaya uzattı. Devran ağa zarfı açmaya bile yeltenmeden, sözüne devam etti:

- Eee, nedir sonuç komutan?
- Babanız, kaza yaptığı esnada kalp krizi geçiriyormuş. Anlaşılan bu sebepten dolayı, aracın kontrolünü kaybetmiş ve kaza olmuş.
- Doğru...Doğrudur, kalbi vardı babamın. Allah sizden razı olsun komutan.
- Önemli değil Devran Köroğlu, görevimiz bizim!


Halil işittikleri karşısındsa, resmen sevinmiş gibiydi. İnsan sevdiği birinin ölümüyle ilgili, sevinç hissi yaşar mıydı hiç? Onun yaşadığı bu hissin tek nedeni, çok sevdiği dedesinin ölümüne Boran ve kendisinin sebep olmamasıydı. Dedesi kalp hastalığı olan bir adamdı. İlaç kullanıyordu, ancak ömrü buraya kadardı. Ölümün nerede, ne zaman başa geleceği bilinmiyordu. Halil hem hüznü, hem sevinci ile karmakarışık bir duygu yumağı içinde, sebep olmayışının verdiği hafifliği yaşıyordu...

HALİL İLE BORANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin