BÖLÜM 20

5K 235 36
                                    

YENİ BÖLÜM İLE TÜM DOSTLARA, OKUYUCU ARKADAŞLARA MERHABA.
UMARIM BÖLÜMÜ SEVERSİNİZ. HEPİNİZE İYİ OKUMALAR DİLERİM.

NOT: Ayrıca müziği mutlaka dinlemelisiniz. Bu hikayeye çok yakıştırdım ben. Cem Yıldız'dan Sen Yalansın Dünya. Dizisini de mutlaka tavsiye ederim. İlk bölümünü izledim ve aşık oldum diziye.


Halil ile Boran gayet açık konuşurken, Boran müsaade isteyip odadan çıkmak için kapıya yönelmişti. Kapıda Şaheste ile karşılaşan Boran, bir anlık şokla Şaheste'ye bakakaldı. Ardından hafif başını çevirerek, ardında bıraktığı Halil'i görmeye çalıştı. Baktı olacak gibi değil ve Halil'in de farketmesi için, yüksek sesle söze girdi:

- Şaheste! Kapıda görünce şaşırdım bir an için.
- Şey, atıştırmalık birşeyler koymuştum. Size de getireyim dedim.
- Ha, ha evet evet sağol. İstersen ben alayım tepsiyi.
- Tamam o zaman.


Boran tepsiyi Şaheste'den alır almaz, odaya geri girdi. Halil'de duymuştu kardeşinin orada olduğunu. O da Şaheste'ye seslendi hemen:

- Eline sağlık Şaheste. Güzel kardeşim benim.

Şaheste bunun ardından oradan ayrıldı. Boran elindeki tepsiyi masaya bıraktığı gibi, kapıyı kapattı. Ardından da Halil'in yatağına oturup, iki eliyle saçlarını tuttu.

- Duydu mu sence Şaheste?
- Yok duymamıştır. Kardeşimin yüzünden anlarım ben. Saklayamaz o böyle şeyleri. Yüzüne vurur hemen.
- Emin değilim ben. Aklım gitti kızı kapıda görünce.
- Hani kontrollü olmak diyordun Boran? Bak olmuyormuş değil mi?


Bunu söylerken gülümseyen Halil haklıydı. Bu olayları birinin işittiği düşüncesi, Halil'i günlerce adeta hasta etmişti. Yerinden kalkmadığı, odadan çıkmadığı anlar olmuştu. Halil sözlerine devam etti:

- Hadi börek falan birşeyler ye. Sonra inersin aşağı, bak o kadar yiyecek gelmiş.
- Peki, tamam.


Halil oldukça rahat hareket ederken, Boran gayet endişeli bir haldeydi. Bunu açıkça belli eder gibiydi ayrıca. Halil gibi o da bir anlık çöküş yaşamıştı. Odada konuştukları birşey ifade etmezdi. Ancak daha da kötüsü akla gelebilir, Mahmut ağayı bu hale düşüren konumuna düşebilirdi ikisi birden. Ayrıca ölüm konusu geçmişti ve bu duyulsa hafife alınacak birşey değildi.

Boran zorda olsa birkaç yudum aldıktan sonra, Halil'i odasında bıraktı ve aşağı inmek için odadan çıktı. Merdivenlerden inerken duraksayan Boran, derin bir nefes alıp verdi. Kendini toparladığını hissedince, aşağı indi. Sohbet devam ediyordu iki aile arasında. Boran avluya çıkmamış, kapıda yaslanmıştı. Halil'in ailesi ve kendi ailesi, derin derin konuşuyorlardı. Boran haliyle kulak verdi ve dinlemeye başladı.

- Rojin ana nasıl olur bilmem ki? Elalem ayıp der mi acaba?
- Bak Saliha kızım, siz de Emine ve Devran. Derman oğlumun bu konumu hepimizi derinden üzdü. Biraz mutluluk tohumu ekmeli artık. Ekmeli ki, ardı arkası gelsin güzel şeylerin. Kendi aramızda nikahları, nişanları olur şimdilik. Derman iyi olduğunda, şanlı şöhretli bir düğün yaparız.


Boran şaşkın şaşkın dinliyordu konuşulanları. Bu bahsedilen şey, Şaheste ve Boran'ın nikahı mıydı yoksa? İyice kulak verdi ve ses etmeden dinlemeye devam etti:

- Saliha, Rojin ana doğru der. Bak biz seninle kardeş gibi olduk. Halil'im nasılsa, Nigar'ım ve Şaheste'm senin yavrunda benim için öyledir bilirsin. Derman ağamı öz abim gibi severim. Rojda'nın mürveti olsa, yine bunu derdim. Ben de sen gibi bir anayım, hepsi mutlu olsun isterim. Aramızda yapalım da, onlarda yuvalarını bilsinler artık. Hem Derman ağamda mutlu olur, onları gördükçe.
- Eh iyi madem. Ailelerin arasında oluverir. Derman ayağa kalktığı vakit, şanlı bir düğün yaparsınız çocuklara.
- Hah şöyle be Saliha, abim o benim öz be öz abim. Ben istemem öyle yardırganacak birşey olsa.
- Haklısın Devran abi.


Aralarında konuştukları konu, Boran ve Şaheste'nin geleceğiydi. Bu kez gayet kararlı ve ciddi bir konuşma yapılmıştı. Mahmut ağanın üzücü ölümü, Derman ağanın son durumu derken, ufak çaplı bir törenle çocukları evlendirmekti ailelerin niyeti. Hayır demeyecek, diyemecek olan Boran konuşulanları dinlerken, sanki içinde bir duvarın tuğlaları dökülüyor gibi hissetti. Halil'e karşı hislerinden emin olduğundan beri, aslında uzaktı bu evlilik fikrine. Ancak ailelerin sözü üzerine söz söylenmezdi aşirette. Saygı gösterip, onların uygun gördüğü gibi hareket etmekti makul olan. Boran şaşkın şaşkın dinlerken, onun orda olduğunu Rojin ana farketti ve seslendi:

- Hah! Gel oğlum gel! Gel otur bakalım şöyle. Şaheste! Şaheste kızım sen de gel.
- Buyur Rojin ana?


Şaheste ve Boran'la konuşma nezaketini göstermişti aile. Şaheste zaten istiyordu bu evliliği ve mesut bir yüz ifadesiyle, başını olur gibisinden salladı. Boran ise, mutsuzluğunu belli etmemek için çırpınarak onay verdi ailenin kararına. Halil'in olan bitenden haberi yoktu. Odasında dinlenmeye çekilmişti, bir haber. Konu bir süre daha konuşuldu ve kısa süre içinde bu işin hallolması konusunda, mutabık kaldı iki aile. Boran eline telefonunu aldı ve farkettirmeden mesaj yazmaya başladı. Yazdığı kişi Halil'di:

- Mutlaka konuşmamız lazım.
- Hayırdır noldu?
- Ben ve Şaheste ile ilgili. Mutlaka konuşalım.
- Tamam gel aşağı girişe.


Halil hemen odasından fırladı ve misafir ağırladıkları salonun önüne indi. Üçer beşer inmişti merdivenleri ve ne olduğunu duymak istiyordu. O Boran'ı beklerken, Boran'da bir bahaneyle gelmişti içeri. Sessizlik içinde anlatmaya başladı Boran.

- Evlendiriyorlar bizi. Hem de kısa zamanda.
- Ne? Nasıl? Evlendiriyorlar mı?
- Nikah istediler aile arasında. Mutlu bir an olsun artık dediler.
- Sen ne dedin peki?
- Ne diyebilirim Halil? Hayır demem mümkün mü? Ben Halil'i seviyorum, yapamam bu evliliği dememin imkanı var mı?


Halil'in morali tamamen dibe inmişti. Duyduğu her kelime, fersah fersah yara açıyordu içinde. Ağlamaklı olmuştu gözleri. Ama ağlamamak için sıkıyordu kendini ve yumruklarını. Erkekliğine yakıştırmıyordu o an, sevdiği için gözyaşı dökmeyi. Şok olmuştu işte. Bunun olacağını bildiği halde, olacağını duyduğu an herşey paramparça olmuştu içinde. Cevap verdi Boran'ın sorusuna:

- Yok...Yok tabi haklısın. Allah mutlu etsin ikinizi. Sen mutluysan ben de mutlu olurum tamam mı? Kardeşimi mutlu edersen, bir kat daha mutlu olurum.

Boran anlamıştı Halil'in o anki ruh halini. Gözlerinden bir kitap gibi okumuştu, acısını ve sustuğu isyanını. Ama ne yapabilirdi ki? Sessiz kalamazdı, hayır diyemezdi. Evet diye canda atmamıştı hem. Aile vermişti bu kararı. Aile çok severdi oğullarını, ama soru sorulmazdı. Değer verilir ama, adına kararda verilirdi. Halil elden ayaktan kesilmişti bir an için. Oradan çıkmak, konağı terketmek ve yok olmak istedi. Durmak istemiyordu, sığmıyordu koskoca konağa. Karşısında bunları anlatan sevdiği adama baktıkça, kör olmayı yeğliyordu adeta. Sağır olmayı ve bunları duyamamayı istiyordu içtenlikle. Daha fazla dayanamayacaktı ve kararsız adımlarla merdivenlere doğru gitmeye başladı. O anda kapıdan Saliha, Emine ve Devran ağa girdi. Saliha seslendi ikisine birden:

- Amcana mı bakıyordunuz Halil? Hadi yardım edinde, uyuması için çıkaralım yukarı.
- Ne? Anlamadım yenge ne amcası?
- Odasına çıkarıverelim dedik ama, Zeliha tek kalmasın diye salona yer yapmış. Hadi bir el atıverin, çıkaralım amcanı odaya?


Halil ani bir hareketle döndü ve Boran'a baktı. Gözleri irilemişti. Dudakları titriyordu ve dili, damağı birbirine yapışıyordu. Boran'da aynıydı hemen hemen. Derman ağayı yukarda bilen iki adam, dibinde konuşmuşlardı herşeyi. Boran içeri bakamamıştı duyduklarından sonra. Halil ise ilerlemeye başladı salonun kapısına doğru. Yüzyüze gelecekti bir kez daha amcasıyla. Hem de daha fazla sırla beraber. Kapıdan içeri adım atıp atmamakta kararsız kaldı. Ancak ailesi anlasın istemiyordu. İçeri girdiğinde, amcasının gözlerinden yaş aktığını gördü. Nefreti bin kat daha artmıştı sanki Derman ağanın. Halil'e bakıp derin nefesler alıp veriyordu. İmkanı olsa kalkıp, bir kurşun sıkacak kadar nefret doluydu bakışları. Belli ki Derman ağa, Halil'in kime aşık olduğunu da öğrenmişti artık.


HALİL İLE BORANWhere stories live. Discover now