Kıbrıs Dağları

828 45 20
                                    

Onur kalemini eline aldığında bu sefer bitireceğine yemin ediyordu. İşte, bu sefer bitirecekti bu mektubu ve veda edecekti sevgilisine. Ailesinin ısrarları, gelecek kaygısı... Bunların hepsiyle başa çıkabilirdi ama mesele vatan olunca insanın kelimeleri düğümleniyordu.

İnatçı Smyrna'm

Bir takım güvenlik önlemleri yüzünden bu haberi yüzüne baka baka veremiyorum, affet. Gerçi elimde sana veda etmek gibi bir şans olsa bile bunu yapar mıydım, bilmiyorum. Kafanı yavaşça sallamanı, gözünden düşen bir yaşı kaldıramayacağım için yine mektuplara kaçardım herhalde.

Kıbrıs... Kıbrısa gidiyorum ben. Rum çetecilerin zulmündeki Türk halkını kurtarmaya, savaşmaya hatta şehit olmaya gidiyorum. İzmir'in dağlarında açan çiçekleri Kıbrıs'ta yeşertmeye, mazluma umut olmaya gidiyorum. Mektubumu okurken endişe çığlıklarının arasında oluşacak gururu tahmin edebiliyorum. İşte senin gibi yüzlerce kadının yüreği bir sevgili için hoplamasın diye gidiyorum.

Sana bırakacaklarımı bu mektubun yanında bir kutunun içinde bırakıyorum. Dönünce verirsin. Gece senin fotoğraflarınla uyuyacağım. Sana da kutu içinde kendi fotoğrafımı bırakıyorum. Görevim ne kadar sürecek, bilmiyorum. Gittiğim yerden mektup yazabilir miyim, bilmiyorum. Döner miyim, bilmiyorum. Şu an kendimle ilgili bildiğim tek şey vatan için ölüp, senin için yaşayacağımdır.

Onur

Nihayet mektubunu tamamladığında artık bir ay sonraki yolculuğa hazır olduğunu fark etti. İçindeki gurur dışına vuruyordu bu gece. Kıbrıs görevine seçilmek pek az kimseye nasip olurdu. Kıbrısa gitmek, orada savaşmak büyük saadetti. Ah, bir de ayrılık olmasa... Lakin bundan önce yapılacaklar vardı, o yokken sevdiğinin güvende olacağını bilmeliydi.

Hilal kapıdan içeri girdiğinde minik Açelya koşarak ona sarıldı.

"Hilal ablaaa! Çok özledim seni. Annem onun işi var dedi ama neden bana vakit ayırmıyorsun?!"

Hilal bu yaştaki çocuğun nasıl bu kadar güzel konuştuğuna bir daha hayret etti. Ama bu Açelyaydı. Her şeyi yapar, en zor şeylerin üstesinden gelirdi. Şehit olan bir baba ve abinin acısını çocuk yüreğinde taşıyordu, daha zor bir şey var mıydı bu hayatta?

"Sen bu bilmiş lafları o abiden mi öğreniyorsun bakalım?"

"Eveeet, bir onu görsen! Çok yakışıklı, çok iyi biri. Ben onunla evleneceğim ama o benden çok büyük. Sen evlen onunla. Are you okey? "

Küçük bir kahkaha patlattı Hilal. Bu delikanlı kimse açıkçası onu kıskanıyordu. Son bir aydır yatıp kalkıp ondan bahsediyordu bu kız.

"İngilizce de bilirmiş hanımefendi. Ama no, onunla evlenemem."

"Neden? Başka birini mi seviyorsun Hilal abla?"

"O ne biçim laflar! Hem sen yemeğini yedin mi? İçeri çorbanı hazırlamaya geçiyorum, burada sakince dur."

Hilal hemen içeri kaçmaktan başka bir çare bulamamıştı. Bu kız gün geçtikçe daha zorlayıcı sorular soruyordu yahu.

Çorbayı karıştırırken çalan kapının sesini duydu. Açelyanın annesi arada malzeme almak için gelir sonra dükkanına geri dönerdi. Tam çorbasına yönelmişken onu duydu. O, buradaydı.

"Abisinin bir tanesi mi buradaymış. Nasılmışız bugün."

"Hmm, siz gelince daha iyi olmuşuz. Bak sana bahsettiğim abla da burada, hadi tanışın!"

Gökyüzündeki Hilal Όπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα