Fotoğraf

815 45 9
                                    

Bir fotoğraf, bir kağıt parçası... Hayatını bir anda böylece değiştirebilir miydi? Sadece bir kağıt parçası yaşlı bir kalbi ilk gençlik aşkı gibi attırabilir miydi?

Elindeki resme tekrar baktı Leon. Biricik Açelyası ve gençliği. Hatırlıyordu bu günü. Ne kadar heyecanlıydı küçük kızı.

"Ya, baba! Acıttı!"

Leon bir elindeki tarağa bir de küçük Açelyasının saçına baktı. Kızının aynı kendisi gibi inatçı saçları vardı. Ne yapsa açılmıyor, küçüğünün canını yakıyordu.

"Bak kızım. Senin saçların neden açılmıyor biliyor musun?"

"Neden babacık?"

"Çünkü saçların inatçı. Hep inat ediyorlar."

"Annem gibi mi?"

"Kızım! Biri inatçı dediğinde aklına ben mi geliyorum?"

"Canım kızım! Evet, saçların annen gibi inatçı."

"Annem inat yaptığında sen onu öpüyorsun babacık. Sonra annem sakin olıyor."

"Hmm, senin saçlarını da öpsem. Belki inattan vazgeçerler."

Leon küçük kızının saçlarını öpmeye başladı. Aynı annesinin saçları gibi kokuyordu. Başka hiçbir yerde bulunmayan bir koku gibi.

"Babaların öpücüklerinin geçiremeyeceği bir şey yoktur."

Bu bankta oturan gizemli kadında bu fotoğrafın ne işi vardı? Kimdi bu kadın? Muhakkak bulunmalıydı.

Yetmiş küsürlü yaşında biri ne kadar hızlı yürüyebilirse o kadar hızlı yürüdü. Smyrna'sı odasındaydı. Elinde bir kitap uyuyakalmıştı. Onun da bu aralar Onuru merak ettiğini biliyordu. Kaç gündür ailesinin yanında ve iyi olduğundan başka haber alınmamıştı. Yavaşça torununun kitabını elinden aldı ve yorganını örtüp, saçlarını okşayıp odadan çıktı.

"Daha ne kadar peşimde dolaşmaya devam edeceksiniz teğmen?"

"Siz durana kadar hemşire."

"Siz çok gıcıksınız!"

"Siz de çok inatçı."

"Hayır ukelasınız da!"

"Size de hoşgörü denen şey hiç uğramamış."

"Barbarsınız."

"Barbar değilim bir kere. Nezaketten anlamayan sizsiniz."

"Siz var ya. Çok şeysiniz!"

"Şey? Aşık? Derbeder? Biçare? Sevdiği kadına sarılamayan bir aciz?"

Hilal bir duyduklarıyla bir anda arkasını dönünce teğmenle burun buruna geldi. Gözleri tamamen birbirlerine kenetlenmişti. İşte şimdi çocuğun toprak gözlerini kızın denizleri ıslatıyordu. Gözleri ne kadar aşıktı birbirlerine. Ne güzel öpüyordu bu gözler birbirlerini.

"Üçüncü sınıf kavga tiyatrolarıyla birbirmizi kandıramayacak kadar aşığız. Bu gerçek aramızda duruyor Hilal."

"Günün sonunda gözlerin gözlerime bu kadar hızlı koşmasa inkar için yeterli gücü kendimde bulabilirdim ama olmuyor. Saçların, saçların öyle güzel ki. Yahut yüzünün her santimetresi öyle hoş ki. Hele bir yüreğin var ki, benim gördüğüm gibi görsen kendi yüreğini..."

"Ya sen? Sen ne kadar sevilesi bir kadın olduğunun farkında mısın? Gözlerinin Tevfik Fikret, saçlarının Victor Hugo, dudaklarının Shakespeare, kaşlarının Lord Byron olduğunu biliyor musun?* İnsanın seni bıkmadan saatlerce izleyesi geldiğini, seni kendimden başka herkesten kıskandığımı bunları biliyor musun? Seni cesaretinden ve korkaklığından sevmek istiyorum. İzin verir misin buna? Reddetsen de önemli değil çünkü sen beni kabul edene kadar yılmayacağım. Senin beni sevdiğini bildikten sonra hiçbir şey umrumda değil. "

Gökyüzündeki Hilal Donde viven las historias. Descúbrelo ahora