Nasıl Etmeli De Ağlayabilmeli?

1K 61 15
                                    

Hem acı çekip hem acıya aşık olunur mu? Yahut hem dünyanın sonuna gelmiş gibi hissedip hem yeni doğmuş kadar temiz olunur mu? Hem son nefesini vermiş gibi nefes verip hem ardından ilk nefesini alır gibi nefes alınır mı? Tüm benliğimizle aşkı isterken aşktan korkmak ne kadar mantıklıdır?

Düşünmek, düşünmek... Geceler boyunca düşünmek... Kafanı patlatırcasına düşünmek...

İşe yaramıyor hiç biri. Düşünmekle aşk derdi çözülmezdi zaten. Kim çözmüş ki Leon çözsün.

-Olmaaz. Olsa da olmaz. Oldurmazlaar.

Teğmen Leon o gece üniformayı atmış, gömlek kollarını sıvamış ve çokca da sarhoş olmuştu.

-Sarhoş halin hiç çekilmiyor senin. Sarhoş adabı da yok ki. Ya kavga edeceksin ya bir şeyleri duvara fırlatacaksın. Adamın sarhoşluğu bile gavur usülü.

-Kavga... Edelim kavga. Kır ağzımı burnumu. Belki yüzümün acısı kalbiminkini bastırır. Sonra hastaneye gider pansuman yaptırırım.

-Hey Allahım. Biz en son kanlı bıçaklıyken ben sana niye yardım ediyorum ki?

-Ay... Ay ne güzel değil mi? Kimseye ihtiyacı yok gibi duruyor ama tek başına o da ışık saçamaz. Gecenin karanlığında ışıklarını bize sunuyor ama sonra kayboluyor. Neden? Niçin bu kadar çabuk gidiyor? O ay gelse benim göğsümün içine girse, canımda saklasam onu. Sakınsam herkesten. Kimse bakmasa onun ışığına. Gelmez değil mi yanıma? Ay sadece temiz kalplere gelir. Kalem tutan ellere gelir o silah tutanlara değil.

-Sen ne saçmalıyorsun teğmen?

-Teğmeeen. Teğmeeen. General Vasilinin oğlu teğmeeeen. Ben buyum işteee.

Leon kafasının iyice gittiğini hissediyordu. Bu halde eve giderse babası ne derdi çok iyi biliyordu sadece. Eve gidemezdi.

-Eve gidemezsin sanırım? Meyhane kapalıdır. Sokakta kal desem şimdi olmaz. Bize gel bari.

Leonidas o günü anımsayınca güldü. Gecenin bir yarısı Azize hanımın evine o halde gitmek pek ayıp kaçmıştı ama eve gitse de hali fenaydı. Ne yazık ki Smyrna'sı o saatte uyuyordu ve onu görememişti. O gece çok kırılmıştı ona. O aşkından ne hallere düşüyordu Hilal ise uyuyordu.

-İşgal hakkında ne düşünüyorsunuz teğmen?

-Ben bir askerim küçük hanım. Düşünmem. Emir alır ve uygularım. Bir gün Atinada oturuyordum. Kalkın Smyrna yolcuları dendi ve geldik.

-Bunun böyle olmadığını biliyorum. Siz ne düşünüyorsunuz? Normal bir teğmene sormazdım bile ama sizin düşüncelerinizi merak ediyorum.

-Bir anlaşma ile...

-Anlaşma? Anlaşma neye dayanıyor? Buradaki Rum sayısının Türk sayısından fazla olmasına mı? Ki bunun külliyen yalan olduğunu biliyorsunuz.

-Yenildiniz küçük hanım. Mondros imzalandı.

-Anlaşmayı Osmanlı ile imzaladınız. Halkla değil.

-Osmanlıyı yok saymak oluyor bu? Vatan sevdalısı genç ne diyor! Mustafa Kemal de madem vatan sevdalısı bu Osmanlıyı yok sayma imaları neden? Daha siz ne yapacağınızı bilmiyorsunuz ki. Mustafa Kemal çıkıp temsil heyeti diyor. Bazılarınız her şeyi Amerikaya bırakıp tek bir devlet güdümü derdinde. Diğerleri kendi toprağımı kurtarsam kardır diyor.

-Manda ve himaye kabul edilemez.

Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür ayrılamaz.

İstanbul Hükümeti, dışarıdan gelecek bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.

Aynı gaye ile milli vicdandan doğan cemiyetler “ Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti “ adı altında birleştirilmiştir.

-Sivas toplanmasında çıkan kararlar? Neye işaret eder bu?

-Biz vatanı çok seviyoruz Leon. O kadar seviyoruz ki Osmanlı hükümeti ne demiş umrumuzda değil. Devletler gelir geçer. Vatandır baki kalan. Osmanlı Karlofçadan beri ne zaman toparlandı ki? Bir kağıtla vatan toprağını size verdi bunlar. Biz vermeyeceğiz.

-Mustafa Kemal'i tanıyor gibi konuşuyorsunuz?

-Yüreğinde vatan aşkı olan biriyse mevzu bahis - ki stratejik dehasını Çanakkaleden anlayabiliriz- evet. Tanıyorum.

Sevdiği kadınla ne ara bu hale gelmişti bilmiyordu Leon. Tekrardan onun sinirli bakışlarına maruz kalmak yahıt aralarındaki şu engelleri tek tek eşelemek canını yakıyordu.

-Halit İkbal de sizinle aynı fikirde. Boyuna o adamı destekliyor.

-Şaşmam. Bu sefer sanatına nasıl bir eleştiri getireceksiniz acaba?

-Hiç. Diğerinin aynısı. Epik şiirler sanat gerektirmez. İnce sanat yahut estetik aranmaz. Duyguyu ver geç. Ahenk boş değil mi?

-Öyle değil!

-Öyle değil? Duyguyu verip sanattan kopmak saçmalığın daniskasıdır. Tamam halit ikbalin bir sanatı olduğunu kabul etmeliyim lakin bu epik şiirlerin daha az sanat gerektirdiği fikrinden beni uzaklaştırmayacak.

-Önemli olan duygudur teğmen. Sanat uğruna duyguyu aruzların arkasına itmek asıl saçmalıktır. Şiir duygunun sanatıdır. Formül gibi yapılmaz. Sizin oralarda bir oyun var. Puzzle? Evet, puzzle gibi şiir yazmak tüm duyguyu köreltir.

-Yanlışsın. Soneler, terza rimalar yahut uyaklar olmadan şiir olmaz. Okuduğumuzda uyağını redifini çıkarmalıyız.

-Şiirin orta hallicesi beylik ölçülerle, sanat bilgisi ile yargılanabilir; ama şiirin iyisi olağanı aşan kuralların ve aklın üstündedir. Onun güzelliğini sağlam ve olgun bir görüşle fark eden, bir şimşeğin parıltısı kadar görebilir ancak. O güzellik aklımızı işletmez, başımızdan alır, allak bullak eder.
Der Montaigne.

-İnsanlar aruzdan sonelerden vazgeçmez. Serbest bir şiir sanatsız bir şiirdir. Hiçbir hayranlık uyanmaz orada.

-Bence sizin sonelerle beyniniz yanmış. Şimdi değilse bile bir gün elbet çıkacak birileri ve şiirden bu kuralları kaldıracak. İşte o zaman şiirin duygusallığı saracak her tarafı.

-Aruzla da o duygu yeterince veriliyor zaten.

O kavgaları aklına geldikçe terledi Leonidas. Bazen sadece bu konuyu saatlerce tartışıyorlardı. Hatta bir ara onun Türk benim Yunan olmam değil onun serbet benim kurallı şiir sevgim aramızdaki engel diyecek kıvama gelmişti.
Ah sevgilim dedi içinden ah sevgilim. Pek sevdiğin şiirler olur bunlar eminim. Şimdi ne şiirler var bir bilsen. Orhan Veli var, Nazım var, Zarifoğlu var. Bir sen yoksun.

Gökyüzündeki Hilal Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin