Olamayacaklar

856 52 11
                                    

O akşam Smyrna darmaduman geldi eve.

Senin ondan ve onun senden tam bir sene boyunca nefret etmeniz ve bu süreçte herkesin gözü önünde olan kavgalarınızdan sonra birbirinizi sevmeniz mümkün değil. Ayrıca o nişanlı, evlenecek. Senin bu kadar ucuz olduğunu bilmezdim. Sinemaya falan fazla gidiyorsun bence. Hayat oradaki gibi sonu mutlu biten aşklarla dolu değil. Perdede izlersin anca onları! Büyük bir tutku ve heyecanla izlersin sonra perde kapanır. Ve pof! İmkansızlıklarla dolu hayatındasın. Kaldı ki bir Yunanla Türkün evlenmesi görülecek şey değil!

-Benim aşık torunum şimdi nasıl?

Kafasını kaldırdı Smyrna. Bu kadar aşık bir adama aşk konusunda ağlamaya utansa da yapacak bir şey yoktu. Kalbi kırıktı ve kimse onu anlamıyordu.

-Dede bu lafları eden en yakın arkadaşım.

-Kaldı ki bir Yunanla Türkün izdivacı olur şey değil... Acıtır kalbini elbet bu sözler, içten içe kavurur.

-Fransadan geldi bunlar.

-Umrumda değil teğmen. Bu Yunan albayı ve ailesine gelen hediyelerdir. Elimi sürmeyeceğimi tahmin edersiniz.

-Aman, huysuz sen de. Fransız dantelleri de vardır burada. Bunlarla dikilecek elbiseleri düşünsene.

Bir an içinden gülmek geldi Leonun. Fransız dantelleri tam Hilale göreydi ya zaten. Gerçi çok yakışırdı Hilale o göz kamaştırıcı danteller, nefes kesici olurdu muhakkak ama Hilalin ilgisini çekmezdi işte.

-Fransızca biliyordunuz değil mi Hilal?

-Evet teğmen. Bilemez miyim?

-Yoo bilin de. Yazık... Üzüldüm şimdi size.

-Hayrola?

-Hediyelerin içinde Moliere de var. İzmirde pek bulunmayan bir yazar. Emile Zola da var pek tabii. Daha saymak isterdim ama elinizi bile sürmeyeceğinizi söylediğiniz için heveslendirmek istemem sizi.

İşte şimdi Türklerin tabiriyle zevkten dört köşe olmuştu Leon. Hilalin inadı bile bu yazarlar karşısında kırılırdı. En fazla üç gün dedi, en fazla üç gün içinde alacaksın bu kitapları.
Şu an ise kelimelerin tanımlayamayacağı bir ifadeyle bakıyordu Hilal. Somurtan yüzü ve çatık kaşları onu çocuk gibi yapıyordu. Gülümsemesine engel olmak için büyük bir çaba veriyordu genç adam.

-Victor Hugo?

-Elbet, gerçi o bulunuyor buralarda ama Fransadan gelen ilk baskılardan. E bir de kendi dilinde olunca...

-Elimi sürmeyeceğim.

-Ee dede inadı kırıldı mı bari?

Diye sordu Smyrna bir yandan göz yaşlarını silerken. Dedesi çok nadir zamanlarda anlatırdı anılarını ve sanırım üzüntülü günü bu nadir anıların anlatılma zamanlarından biriydi.

-Paşa paşa geldi aldı tabii. O zamanlar ben ona aşıktım ama onun benden nefret ettiğini zannederdim. Demek istediğim şey şu en önemlisi sevmek. Evet aranızda engeller var ama birbirinizi seviyorsunuz. O zamanlar benden nefret ettiğini düşündükçe sıkışan kalbim bize karşı çıktıkları zaman sıkışmamıştı çünkü o yanımdaydı, o benimleydi.

-Ama o benim yanımda değil, o benimle değil. Ben de onun yanına gitmiyorum hatta geldiğinde de kovuyorum ama korkuyorum dede. Seven adamın benim terslemelerime rağmen yanımda durması gerekmez mi?

-Sen neden onun yanına gitmiyorsun? Neyse bırak bunları uyu şimdilik. Derdini geçirmez ama dinlendirir.

Torununun üstünü örttükten sonra çalışma odasına geçti Leon. Yazmaya başladı.

Leon kaç gündür Hilali görmek için bahane arayışındaydı. En son Fransadan gelen kolileri götürmüştü evlerine o günden beri on koca gün geçmişti. Bu sıralar Mehmet denen çocuk ve yanındakiler yine bildiri dağıtmamışlardı. İşin içinde bir bit yeniği vardı ve bunun altından Hilalin çıkmaması için bildiği tüm duaları ediyordu.

-Mehmet!

-Teğmen? Sizi bu fakirhanede görmek ne saadet(!)

-Gereksiz ve yalancı samimiyeti geçelim. Sizi uyarmaya geldim. Hilal geçen gün idam ediliyordu. Tekrar kızın başını belaya sokmayın. Siz de bırakın bu kanunsuz işleri diyeceğim ama dinlemeyeceksiniz.

-Hilal ne zamandır seni bu kadar alakadar eder oldu? Hilalin yanımda olup olmayacağına Hilal ve ben karar veririm.

-Albay Cevdetin elçisi sıfatıyla buradayım.

-Sen. Bizim. Karşımızda. Hiçbir. Sıfatla. Bulunamazsın.

-Bizim?

-Evet bizim. Hilal ve ben. Biz!

-Bir daha seni onun yanında görürsem sert davranmaktan çekinmem.

-Albayına selam söyle.

Sinirle çıktı oradan. Bu çocuk onun sinirlerini zıplatıyordu. Bunları Cevdet albaya iletmek isterdi ama bu sefer de Hilalin başı yanardı. Bu meseleyi kendi kendine halletmek en iyisiydi.

Hilal evde oturmuş büyük bir zevkle kitaplarını okuyordu.

Yunanistan'ın şarkılar yazdığı efsanevi zaferlerin,
Güzel hakikatlerin haşmetiyle
Bütün görkeminin silindiğini görüyoruz.
Bütün meşur yarı tanrılar
Geçmişin yücelttiği
Tutmaz bizim gönlümüzde
Louis yerini.

Molierenin Hastalık Hastası kitabının başıydı. Burayı kaç defa okumuştu bilmiyordu ama okudukça içine bir ümit doğuyor ve zafer sonrasında yazılacak kitapları şimdiden görüyor gibi oluyordu. Onlar da aynısını Mustafa Kemal için yazacaktı.

Kitabı bir kenara bıraktı. Aklını bir şeylerin oyalamasından kalan zamanda mütemadiyen teğmen düşüyordu aklına. Neredeydi şu an? Hava soğuk gibiydi. Ceketini almış mıydı? Vasili son günlerde ona zalimce davranmış mıydı yine? Ah o Vasili. Babasını da Leonu da elinden alıyordu. Gözlerini Victor Hugoya dikti.

Dünyɑdɑ en çok istediğim ve bɑnɑ yɑşɑmı gerçekten sevdiren iki şey vɑr; ɑşk ve özgürlük. Aşk uğrunɑ gerekirse, yɑşɑmımdɑn vɑzgeçerim. Özgürlük uğrunɑ ise ɑşkımı dɑ fedɑ ederim.

Canını yakıyordu bu söz. Vatan candan önemliydi. Canan da candan önemliydi. Lakin vatan candan da canandan da önemliydi. Leon için canını verebilecek kadar çok seviyordu onu. Bu artık su götürmez bir gerçek halini almıştı. Fakat Leon ne derse desin vatan bu haldeyken Leonu sevemezdi. Mesela Leon Hilali sevse bile Halit İkbalden nefret ediyordu ve onu bulduğu an öldürecekti. Vaziyet bu haldeyken bir Yunan subayına sevdalanmak mı? Asla!

Çalan kapı sesiyle yazmaya ara verdi Leon. Kapıdaki kimse beklemeliydi çünkü yaşlı bir adam için çalışma odasından kapıya hayli mesafe vardı.

-Buyrun? Kimsiniz evladım?

-Ben... Ben Onur.

Gökyüzündeki Hilal Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin