24

1.8K 51 6
                                    

Sabah ilk işim koşmak olmuştu, zaten benim hayatım hep koşuşturmacaydı. Ben Gizem ve herkesten sakladığım bir sırrım var diye bağırmak istiyordum ama yapamıyordum. İnsan bir sırrı içinde ne kadar tutabilirdi. Bir dakika, bir saat, bir gün, bir ay, bir yıl, üç yıl? Peki bir insan ne kadar kötü olabilirdi? Bu sorunun cevabını Yıldırım olarak cevaplıyordum. Bir sonraki kişi ise kesinlikle Ezgi olmalıydı. En başından onunla anlaşamamanın verdiği olumsuzluk bu güne kadar devam ediyordu. Sevgilisini elinden alacağımı düşünüyordu haklıydı da bir hafta demeden Rüzgar beni gözüne kestirmiş peşimde dolanıp duruyordu. Sonrasında oldukça güzel anılarımız olmuştu. O yıl babamın ölüm yıl dönümünde eve gitmiştim o da peşimden gelmiş bana destek olmuştu. Doğum günümü kutlamama kararı aldığımda ise sahilde mumlar ile kalp şeklinde çevrelediği yerde 'Pasta yenmeden doğum günü olmaz.' deyip bana bir süpriz yapmış ve o gün güzel bir kelebek kolyesi takmıştı bana ucunda kalp sallanıyordu. Aşk denen o illeti gerçek anlamda onda tatmıştım. İlk defa halk otobüsüne bindiği günü ise aklımdan asla çıkartamıyordum. Kendine gel, onu düşünmeyi bırak. Koşu boyunca geçmişimi düşünmüş olamak pek bir can sıkıcıydı. Telefonuma gelen mesajla büyük bir şaşkınlık yaşamıştım. Songül hanım beni kahvaltıya davet ediyordu. Biraz eğlenceli olabilirdi. Sıcak bir duş alıp hemen üzerime siyah bir tayt basit siyah bir tişört ve kot ceket giymiştim. Buranın en güzel tarafı böyle giyinebilmekti, üstelik bu mevsimde. İdilin lahana gibi kat kat giyindiğini hayal edince istemeden gülümsedim. Spor ayakkabılarımı ayağıma geçirir geçirmez otelden çıktım, bu sefer yürüyecek halim yoktu. Bir taksiye binip Rüzgarların evine gittim. Rüzgar genelde perşembe günleri Akınlarda kahvaltı yapardı. O evde olmayacaktı. Kapıyı çaldığımda kapıyı Songül hanımın kendisi açtı.

''Hoş geldin Gizemciğim, kapıda bekleme içeriye gel. ''beni güler yüzle karşılamasının tek nedeni bulunduğu durumdan çıkış yolunun benden geçmesiydi. Gülümseyerek salona geçtiğimde masada Rüzgar, Burak,Akın, Ezgi ve Melek oturmuş bekliyorlardı. Beni görünce hepsi saşırdılar, Rüzgar ve Ezgi Öfkelendiklerini belli ederek çatallarını öfke ile masaya koydular. Olan biten her şeyi gülümseyerek izliyordum.

''Anneciğim kahvaltıya misafirimiz var derken bir sürtük çağırdığınızı bilseydim eğer sevgilimi de alır bir başka yerde yapardım kahvaltımı.'' Ezginin sözüne karşılık gür bir kahkaha patlattım.

''Ne yaparsın boynuz kulağı geçermiş, kızmadın inşallah seni geçtim diye.''

''Kesinlikle hayır ne de olsa insanlar kimin ne olduğunu biliyor.Görünen köy kılavuz istemez.''

''Bazı şeyler göründüğü gibi olmayabilir yalnız bunu aklından çıkartma canım olur mu? İlerde canın çok yanmasın sonra.'' deyip masada Akının yanına geçtim.

''Tamam artık yeter güzelce kahvaltımızı yapalım.'' Bunları söylerken Songül hanım Ezginin gözlerine bakıyordu. Ezginin ve onun benim neyi ima ettiğimi anladıklarını zannediyordum. umarım anlamışlardır.

''Hoşgeldin kızım.'' diye Muharrem amca bana gülümsedi. İçlerinde sahte bulmadığım tek gülümseme işte bu. Masada yok yoktu. Sessizce kahvaltımı ederken hepsinin dikkatle beni izlediklerini biliyordum. Sessizliği kimin bozacağını merak ediyordum.

''Eee Gizemciğim, geçen bir yılda neler yaptın, kaç kişinin koynuna girdin?'' benim sinir katlarımı zorlıyordu bu kız. Beni kışkırtmak için söylediğini biliyordum. Duruşumu dikleştirip şöyle bir baktım, sinirle karışık gülümsedim.

''Böyle devam edersen kafanı o omletine gömerim ve buna kimse mani olamaz.''

''Kes artık! İkinizde kesin sabah sabah ağız tadı bırakadınız.'' sesimi kesip Rüzgarın çıkışını duymamazlıktan geldim. Tabağımdakileri yerken bir ara Ezginin bakışları beni buldu, Sonrasında bütün hepsi bana dönüp bana bakmaya başladılar. Üzerimde birşey mi vardı acaba, yemek yerken bir şey mi dökmüştüm. Üzerimi yokladığımda hiç bir şey yoktu. Dayanamayıp sordum;

BENİ BIRAKMAΌπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα