“O öldü Şule.” Dediğinde kafamı iki yana sallamaya başladım. Ölemezdi. Buna izin veremem.

“O öldü!” tekrar ettiği şeyle göğsüne vurmaya başladım.

“Hayır ölmedi." bir kere daha vurdum.

"Ölmedi!" iki elimle tekrar tekrar vurdum.

"O da beni bırakamaz. Ölmedi benim oğlum. Anlıyor musun? Ölmedi. Yaşıyor." sesini çıkarmadan kollarımdan tutmaya devam etti. Hıçkırıktan nefesim kesilirken gözüm iyice bulanıklaşmıştı. Ona vurmayı kesip yalvardım.

"Doktora götürelim Ali. Yaşasın. Lütfen yaşasın.” Kalbim titredi. Kabullenmek istemiyordum. Benden olan her şey benim yüzümden ölmüştü. Kalbimde olanlar bir bir zarar görmüştü. Onun da ölmüş olmasına kabullenemezdim. Bu hayatta tek kalamazdım artık.
Kanlar içinde yatan Haydut’a baktım. Çocukluğumda elimden alınmıştı.

Güvendiğim adam yoktu gözümün önünde ölmüştü. Sırdaşım, tek dayanağım yoktu. Gözümün önünde yanmıştı. Şimdide çocukluğumun tek yoldaşı yoktu. Gözümün önünde vurulmuştu. Kalbim artık titremiyordu. Onlarla birlikte uçup gitmişti. Benliğimde ki bütün masumiyet gibi… Korumaya çalıştığım benliğim gibi...
Usulca kaldırıldığımı hissettim. Gözyaşlarım kurumuş, gözlerim kan gölüne takılmıştı. Acı çekmişti. Acıdan ağlamıştı. Bana gelebilmek için… Beni koruyabilmek için… Herkes beni koruyabilmek için ölüyordu. Benim yüzümden can çekişiyorlardı. İlk önce Haydut gözden kayboldu sonra da görünüşüm bulanıklaştı.


*************************

Boş boş yola bakarak hızlıca gelmiştik eve. Etrafımda olup bitenleri gözüm görmüyordu. Gözümün önünden Haydut’un acı dolu bakışları gitmezken, aklım kaybettiklerimdeydi. Birinin nefretini kazanmıştım. Nasıl olduğunu bilmeden, kim olduğunu bilmeden! Acı çektiriyordu bana. Yavaş yavaş elimdekileri alıp, yavaş yavaş yok etmeye çalışıyordu beni. Başarıyordu ama. Kalbimde ki acılar kırık cam parçaları gibi batmaya başlamıştı. Beş ay kendimi zor toparlamışken silahlar, çatışmalar, ölümler arasında bulmuştum kendimi. Güçsüzdüm ben. Korumasız, hiçbir şeyden haberi olmayan acizin tekiydim. Artık daha iyi anlıyordum. Kumdan bir kalenin içinde büyümüştüm. Kör ve dilsiz olarak. Kalem üstüme yıkılıyordu ve ben altında eziliyordum. Birden öldürmüyordu ama. Önce nefesime dolmuştu kumlar, sonra bedenime, en sonda kalbime. Yavaş yavaş… Yavaş yavaş öldürüyordu beni. Acı çektirerek. Gün geçtikçe nefesimi keserek. Gün geçtikçe kendimi kaybediyordum. Gün geçtikçe benliğimi kaybediyordum.

Omzumda bir el hissetmemle bakışlarımı oraya çevirdim. Ağlayamıyordum bile. İlk defa acıdan ağlayamıyordum. Gözlerim karalara değdiğinde rol değiştirmiş gibi hissetmiştim kendimi. O karalar şimdi sıcacık bakıyordu. Duygularla dolu, acı çekerek bakıyordu. Bense soğuk ve ifadesizdim. Olmaya başlamıştım işte. Sonunda korktuğum şeyi olmaya başlamıştım.

“Olmayacaksın. Benim gibi asla olmayacaksın!” ne demek istediğini anlasam da cevap vermedim. Gözlerimi kapattım. Nerede olduğumu umursamadan uykuya teslim oldum. Kâbuslarıma yenik düşeceğimi bile bile… Yüzümde gezen tanıdık sıcaklığı umursamadım. Her zaman ki titreme olmamıştı. Bu sefer daha farklıydı benim için.

“Kendini bırakma. Eğer bırakırsan kaybolursun. Bu koca labirentte asla yolunu bulamazsın.” Kulak tıkadım bu sefer sözlerine. Ben artık ne istediğimi bilmiyordum. Dünyada gerçekten bu kadar kötülük varken artık ben iyi ve saf kalmak istediğimi sanmıyordum. Geçmişim bir muammaydı, ailem dediğim insanlar bir muammaydı, peşimde olan adamlar ise o muammaların sebebiydi. Derince bir nefes çektim içime. Yine kanlar içinde kalmış Haydut geldi gözümün önüne. Kâbuslarıma yeni görüntüler eklenmişti artık. Vicdan azabıma bir yenisi daha.

DÜRÜST YALANCI: KISADIR AŞKIN BOYUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin