Bölüm 41: Geçmişin Anahtarı

Start from the beginning
                                    

Herkes uyarıyor; babası, kardeşi, çevresi... Bir gün seni biz bile kurtaramayacağız diyorlar, sürekli bunu tekrarlıyorlar. Ama babam bir türlü vazgeçmiyor. Gözünün önünde oğlunu öldürmeye çalışıyorlar. Rastgele yoldan geçen bir jandarma aracı olmasa, o gölden oğlunun cesedini çıkaracaklar mesela. Ama o vazgeçmiyor işte. O vazgeçmedikçe, o birilerinin kovanına çomak sokmaya devam ettikçe etrafımızda bir anda beliren adamların sayısı da artmaya devam ediyor.

Tıpkı o göl kenarında olduğu gibi bir anda ortaya çıkan, evimizi talan eden, babamın, annemin kafasına silah dayayan, tehdit telefonları açan, bizi bir şekilde sürekli taciz eden adamların sayısı sürekli artıyordu.

Bense büyüyordum. Her gece rüyalarımda siyah, küçük, binlerce balıkla dolu bir gölün içinde çırpınarak büyüyordum. Çok uzun bir süre küçük bir akvaryumla dahi göz teması kuramadım. Balık yiyemedim. Bir kova dolusu balığın can çekişmesini izledikten saniyeler sonra gölün içinde tıpkı onlar gibi çırpınmıştım. Eğer balık yersem, bir gün bir balığın da beni yiyeceğini düşünüyordum. Bence dört yaşındaki bir çocuk için gayet makul bir denklem.

Sonra... Sonra bir gün babam elinde bir kitapla geldi. Kitabın üzerinde Kurşun Asker yazıyordu. Önce babamın, asker olma fikrimi sevdiği için bana böyle bir kitap hediye ettiğini düşündüm. Ama sonra kitabı okuyunca gerçek sebebin bu olmadığını anladım. Kitapta, fırtınalı bir günde pencereden içeriye dolan rüzgara kapılarak metrelerce yükseklikten aşağı düşen bir asker vardı. Asker, yağmur sularına karışıp denize kadar gelmişti. Ardındansa bir balık tarafından yutulmuştu.

Babam, kitabı bitirdiğimde bana aynen şunu söyledi:

"Sen balığı yemezsen balık da seni yemez diye bir şey yok. Dört yaşındaki bir çocuk da olsan, hakim de olsan, savcı da olsan, tam teçhizatlı bir asker de olsan balıklar seni yer. Eğer bir balığa yem olmak istemiyorsan onlar seni yemeden önce tüm balıkları senin yemen lazım."

O gün, henüz dört yaşındayken babamdan aldığım bu hayat dersi ile dünyadaki düzenin nasıl tesis edildiğini öğrendim. Güçlü, her şeye rağmen doğru bildiğinin peşinden gidebilmeyi babam sayesinde öğrendim. Hırslı bir çocuk oldum.

Gölün içinde üzerime gelen balıkları gece uykularımda sayıklarken, gündüzleri onları rakama çevirmeyi öğrendim. Zamanla balıkların yerini kümeler, a şehrinden b şehrine giden araçlar, havuzları dolduran musluklar aldı. Matematikle tanıştım. Her şeyin kesin, net bir cevabının olduğu, yoruma kapalı bir sistem... Doğru veya yanlış, siyah ya da beyaz. Bu keskinliği, belirliliği sevdim.

Hafızam, matematiğin keskin yüzüyle bilendiği için tüm hatıralarım yaşamım boyunca peşimi bırakmadı. Bu bir ödül mü yoksa bir lanet mi kestiremiyordum. Ama kuşkusuz oldukça ilgi çekiyordum.

Yedi yaşında katıldığı bir okul müsameresinde, on iki kişilik ekibin yarım saat sürecek tiyatrosunun tüm diyaloglarını tek bir okumada ezberleyen bir çocuk şüphesiz ilgi çeker. On bir yaşında, lise sondaki matematik hocasının hatalarını düzelten bir çocuk, on dördünde Kuleli Askeri Lisesi'ne birincilikle girerek genç bir subay adayına dönüşür.

Tuhaf değil mi? Sadece bir balık tarafından yutulmak istemeyen küçük bir çocuktum. Bu korkunun hayatımın dönüm noktası olması, tuhaf değil mi?

+Tuhaf olan böylesine yetenekli bir çocuğun askeri vesayet altına girmesi. Olimpiyatlara katılabilir, tezler yazabilir, yurt dışında eğitim veren pek çok kurumda çok iyi yerlere gelebilirdin. İyi bir akademisyen, profesör, belki bilim adamı olabilirdin. Bunlar dururken tek tip giysilerle emir komuta sistemine dahil olmak neden? Sadece babanın isteği yüzünden üstelik...

Kırmızı AnahtarWhere stories live. Discover now