Bölüm 3 ~ Kader Yardakçısı, Baş Belası Tesadüf!

En başından başla
                                    

                                                                                ********

"Ya ben gelmesem mi acaba? Buse de evde yalnız?" diyerek kaşlarımı havaya kaldırdım. Gözde yüzünde bir dehşetle bana döndü.

"Çıkmak üzereyken mi vazgeçiyorsun Sevda? E aşk olsun yani!" diyerek kafasını aynaya çevirdi. Bozulduğu belliydi. Omuzlarımı düşürerek defterine bir şeyler karalayan Buse'ye döndüm. Cümlemle kalemi bırakmış ve güven veren bir şekilde gülümsemişti.

"Ne zamandır dışarı çıkmıyorsun abla. Hem çocuk muyum ben? Lise ikiye gidiyorum. Hadi beni düşünmeyi bırak da git dağıt!" diye şakıyarak güldü. Ben de gülerek başımı iki yana salladım. Buse'nin laflarıyla Gözde de sırıtmıştı.

"Bu kız bu lafları senden öğreniyor hep Gözde." Dedim sırıtarak. Sesimde yalancı bir azarlama vardı. Gözde de anlamış olacak ki sahte bir göz devirmeyle aynadan bana baktı.

"Benden hayatın gerçeklerini senden de ahlakı falan öğrensin süper babaanne. Hadi bastonunu al, geç kalıyoruz!" Buse kıkırdayarak bize el salladı. Onun Gözde'ye olan sevgisi bazen içimi ısıtıyordu. Üzerime siyah bir şal alarak dışarı çıktım. Yaz da olsa geceleri esebiliyordu. Hem Gözde'nin zorla giydirdiği bu dizlerimin bir karış yukarısında, kalın askılı beyaz elbisenin en azından üst böylesini kapatabiliyordum. Kapıdan çıkıp ayakkabılarımızı giyerken Gözde;

"Kızım git saçını başını dağıt azıcık. Benden daha güzel olmaman lazım!" Diyerek yüzünü buruşturdu. Gülerek ve stresini –göstermese de Oğuz'la buluşacağı için stresli olduğunu biliyordum- biraz olsun gidermek amacıyla;

"Kızım zaten üzerindeki kırmızı elbiseye rağmen başka birine gözü kayarsa, erkekliğinden şüphe ederim onun!" dedim. Hafifçe de aksan yapmam komiğine gitmiş olacak ki;

"Öyle valla ha!" diyerek bana katıldı. Kahkahalarımız binada yankılanırken, tüm gün ilk defa dünü aklımdan çıkarmıştım.

                                                                          *********

Taksiden indiğimiz anda –normalde taksiyi değil toplu taşımayı kullanırım fakat üzerimizdekilerle ve bu saatte binmek mümkün olmamıştı- etrafı incelemeye başlamıştım. İşlek caddelerin birindeydik ve şüphesiz ki dikkat çeken tek bir yapı vardı. O da tam şuan karşımızda duran kubbe biçimindeki mekandı. Duvar namına bir şey yoktu, her tarafı siyah camlarla kaplıydı ve oval oluşu onu farklı kılan özelliklerden biriydi. Elit görünüyordu, öyle ki kenar mahalledeki kulüplere ya da filmlerde gördüğümüz diskolara benzemiyordu. Belki de restorandı. Ama içimden bir ses değil diyordu. Sade olan bu yapının dikkat çekici tek yanı, tabelasıydı. Siyahı bir bıçak gibi kesen, buz mavisi harflerin simetrik biçimde yan yana gelmesiyle oluşan "PAŞA" yazısı. Bırak içeri girmeyi, şeklini dahi karşısında oturup saatlerce izleyebileceğiniz kadar güzel bir yapıydı. Ağzımdan bir;

"Vay be!" kaçmasına engel olamamıştım. Türkiye'de böyle yerlerin olduğunu bilmiyordum.

"Değil mi? Hadi girelim Oğuz da gelir." Diyerek sırıttı Gözde. Gözlerimi kocaman açarak yüzüne baktım. Gerçekten, gerçekten oraya mı gidecektik? Peki parası ne olacaktı? Hem bizi almazlardı ki içeri! Kapıda alışkın olunan sıra bile yoktu. Hani şu kimlik isteyip yaş tutmayınca sokmayan, dakikalarca beklenen kuyruk! Hem buradaki bir içki eminim ki benim bir maaşıma eş değerdi.

"Nasıl ya? Kızım delirdin mi sen bizim etimiz ne budumuz ne?" ağzımdan çıkan kelimelere engel olamıyordum. Yanımızdan geçen iki kadından biri –kızıl saçlı olan- bizi küçümseyeceğini sandığı bir bakış atarak, siyah gözlerini bana sabitledi ve yüzünü buruşturarak kafasını çevirdi. Önümüze geçerek Paşa'ya doğru ilerlemeye başladılar. Yanındaki sarışın kızın koluna girmişti. Kapıdaki iri yapılı, siyah takım elbiseli adamın kulağına bir şey fısıldayarak içeri girdi. Gözlerimi tekrar Gözde'ye çevirerek kaşlarımı kaldırdım. Kadını umursamamış, attığı bakışı düşünmek için kendime izin dahi vermemiştim.

Paşa MuratHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin