8.Bölüm-Borcun Yaşamaktır

2.7K 146 34
                                    

Hilal nefes almaya çalışarak gözlerini zindanın tavanına dikti. Sakin kalmaya, metanetini korumaya çalışıyordu; fakat bir yandan da içinde bulunduğu duruma nasıl düştüğünü kendi kendine sual etmeden duramıyordu. Neler olmuştu öyle?

'Hilal..?'

Teğmen Leon'un, ismini ilk kez söylediği o anı aklından çıkaramıyordu Hilal. Araları bozuk olsa da, bir şeyler karıştırdığından şüphelenip takip ettiği Mehmet'i ve kendisini; hangarın krokileriyle yakalayan Teğmen, ikisini de patlamanın sorumlusu olarak tutuklamak zorunda kalmıştı.

Karargah yolunda, Hilal epey düşünmüştü. Bir tuzağa düşmüşlerdi, bu kesindi. Fakat kim, onlardan ne isterdi ki? Mehmet'le ne alakaları vardı? Onları tuzağa düşürenler direnişçiler miydi? Hilal buna inanmak istemiyordu. Kafası düşünmekten patlamak üzereydi lakin emin olduğu tek bir şey vardı: Konuşmayacaktı. Ne olursa olsun, ağzından tek laf alamayacaklardı. Eğer Yunanın suç saydığı bir eylem onun üzerine kalıyorsa, şüphesiz ki memleketi için ziyadesiyle hayırlı bir eylemdi bu. Hilal de vatanı için başına geleceklere seve seve katlanırdı. Cezası ölüm dahi olsa.

'Hilal, yavrum!'

Annesinin sesiyle kendine gelen genç kız, hemen parmaklıklara doğru koşturdu. Görünen oydu ki Teğmen Leon, annesi ve Yıldız'ı kendisiyle görüşmeye getirmişti. Babasının tepkisizliğiyle kendini çok kötü hisseden Hilal, hemen yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Ailesinin karşısında en güçlü haliyle, dimdik durmalıydı.

Hilal, o güne kadar pek çok zorluk çekerek büyümüştü. Fakat o karanlık zindanın önünde annesi ve kardeşiyle geçirdiği beş dakika, kısacık ömrünün en zor vaktiydi, emindi genç kız. Annesi de kardeşi de onun hayatı için gözyaşları içinde yalvarmışlardı. Hilal ise hala General Vasili'nin anlattıklarının tesirindeydi, ailesine infaza gelmemelerini istediğini güç bela söyleyebildi. Kelimelerin ağzında bıraktığı acı tatla, tüm enerjisinin bedenini terk ettiğini hissediyordu adeta. Leon onları dışarı çıkarmasa, daha fazla konuşamadan olduğu yere yığılacaktı genç kız.

'Onlari da düsünmüyorsun, he?'

Kendisini tutuklayıp bu kasvetli zindana tıkan Teğmen, şimdi de gözlerinin içine bakarak ondan hesap soruyordu. Daha bir gün önce tek bir sözüyle Mehmet'e el kaldırmayıp dayak yiyen Teğmen'den; suç ortağından, bir nevi kendine arkadaş saymaya başladığı bu genç adamdan çıkardı hıncını Hilal. Acısı yüreğine sığmıyordu artık, Andreas'ın öldüğünü de söyleyiverdi Teğmen'e. Bu haber canını yaksa da belli etmeyen Leon'un ona yardım etmeye çalıştığını görebiliyordu lakin halet-i ruhiyesi ve karman çorman olmuş duyguları o an başka türlü davranmasına müsaade etmiyordu.

'Bu topraklardan defolup gideceksiniz!' diye tısladı karşısında kendisini dikkatle dinleyen Leon'a. Teğmen'in kahve gözleri, Hilal için artık genç adamın ruhuna açılan pencereler gibi olduğu için, onun kalbini kırdığını berrak bir şekilde görebiliyordu genç kız. Ağzında yine aynı acı tat; kelimeleri kendi kalbini de kırdı, aynı ailesine infazına gelmemelerini söylediği zamanki gibi.

'Sen hayatimda gördüğüm en bencil, en duygusuz kadinsin. Hadi kendi canini düsünmüyorsun, ailenin senin acinla nasil dağilacaği da umrunda değil? Seni...seni sevenlerin? Seni kendi inadin öldürezek Smyrna, baska kimse değil.'

Kendisine sinirle bağıran Leon'dan arkasını dönerek uzaklaşan Hilal, sert ve soğuk sıraya oturduğunda Teğmen'in artık orada olmadığını gördü. Onu daha fazla dinlemek istemiyordu, buraya tıkılmasına neden olan adama karşı daha fazla yumuşamak istemiyordu. Zira düşünmeyi kendine yasakladığı gerçekleri dile getiriyordu sürekli. Şu an buna en az ihtiyacı olan yerdeydi genç kız. Gözü Vasili'nin getirdiği urgana takıldı bir süre. Orada çözülemezdi, o an olmazdı.

Kurtuluş Günlerinde AşkМесто, где живут истории. Откройте их для себя