6.Bölüm-Melekler Korur

3K 189 90
                                    


İzmir-1927

'Anne!'

Hilal eve adımını atar atmaz, görüş alanı sarışın oğlanın yüzüyle kapandı. Çocuk kendisini annesinin üzerine atmış; yanaklarını, gözlerini, burnunu iştahla öpüyordu. Hilal için bu, tüm yorgunluğunu alan, günün en sevdiği vaktiydi. Gülümseyerek sıkı sıkı sarıldı dört yaşındaki ufaklığa, bir yandan da kapıyı kapatarak eve girdi.

'Mustafa, oğlum bırak da annen biraz nefeslensin!'

Annesinin gülerek söylediği bu sözler üzerine başını kaldırdı Hilal, kucağında Mustafa ile merdivenleri çıkarken bir yandan da Azize ile konuşmaya başladı.

'Çok yaramazlık yaptı mı bugün anneannesi?'

'Bir de soruyor musun? Sonuçta o senin oğlun. Senin küçüklüğünü aratmadığına emin olabilirsin.'

Yüzündeki tebessüm kocaman olup yüzünü kapladı Hilal'in, bu arada büyük odaya, babasının yanına gelmişlerdi. Hilal babasının yanına oturup derin bir oh çekerken, ufaklık da dedesinin kucağına atlamıştı. Hilal somurtarak:

'Demek anneye özlemin bu kadardı küçük bey. Bakıyorum dedeyi görünce etrafındaki herkesi siliveriyorsun.'

Cevdet güldü. 'Üstüne gitme çocuğun Hilal. And olsun ki bazen hanginiz sebi, hanginiz büyük karıştırıyorum ben. El kadar çocuğu mu kıskanıyorsun?'

'Orasını ben bilemem Cevdet Binbaşım. Bu evde benden habersiz saadet yumakları görürsem derhal müdahale ederim. Huyumu bilirsin.'

Cevdet sevgiyle gülümsedi kızına. Artık ona olan sevgisini, onunla ne kadar iftihar ettiğini saklamasına gerek yoktu. O bed günler geride kalmıştı ve evladına özgürce bakabilmenin, onu sevebilmenin tadını çıkardı bir süre. Hilal da aklından geçenleri anlamış gibi babasının gözlerine kenetlemişti gözlerini. Zaten bu gök mavisi gözlere baktığında her zaman anlardı Hilal babasının ne hissettiğini, aklından neler geçtiğini. Bir babasını böyle çözebilmişti derinden, bir de onu.. Hüzün ve özlem onu tekrar ele geçirmeden, Mustafa'nın sesi ikisini de bu büyülü ortamdan sıyırıverdi.

'Anne, ben dedemle oynamak istiyorum!'

Hilal ağzını açamadan, onları odanın kapısından sevgiyle izleyen Azize söze girdi.

'Olur efem, olur paşam oynarsın elbet. Lakin önce yemeğimizi yememiz gerek ki koca adam olalım değil mi ya? Değil mi annesi?'

Hilal annesine minnetle bakarak onu onayladı, birlikte yemeğe geçtiler. Cevdet ve Azize gibi bir babası ve annesi olduğu için her gün yaptığı gibi Allah'a şükretti içinden genç kadın. Onlar olmasa, annelik imtihanını nasıl verirdi, verebilir miydi bilemiyordu Hilal. İnsan ne kadar büyürse büyüsün, annesi ve babası için her daim çocuk kalıyordu. Annesi ve babasının kanatlarını etrafında hissediyordu. Kendisi de oğlanı ilk kucağına aldığında bu hislerle dolmuştu. Ne olursa olsun ona zarar gelmesine, ayağının bir taşa takılmasına dahi izin vermeyecekti Hilal. Önce ailesine duyduğu aşk, sonra vatan aşkı, sonra da gerçek aşk. Aşkın her halini tecrübe etmişti genç kadın, lakin hiçbiri evlat aşkı gibi değildi. Öyle bir duyguydu ki bu her şeyin önüne geçiveriyordu. O yüzden yaşadığı bu zor günlerde, ailesiyle beraber olduğu her anın kıymetini biliyor ve şükretmeye çalışıyordu Hilal.

Beraberce yemek yediler, herkes gününün nasıl geçtiğinden bahsetti ancak masanın ilgi odağı da yıldızı da her akşamki gibi Mustafa'ydı. Ona türlü türlü komiklikler yaparlarken, birden kapı çaldı. Hilal ayaklanmıştı ki Azize önce davrandı.

Kurtuluş Günlerinde AşkWhere stories live. Discover now